Üzerinde yaşadığımız kent Antalya, iki bin yıllık bir geçmişe sahiptir. Sizler hiç, Antalya kent merkezinde ve Kaleiçi'nde dolaşırken, kale kalıntılarının yanından geçerken, kale inşaatında çalışmış taş ustalarının çekiç seslerini duyar gibi oldunuz mu? Ben ne zaman kale taşları üzerindeki çekiç izlerine dikkatimi çevirsem, iki bin yıl öncesi geçmişi yaşar gibi olurum. Bir gün yine Kaleiçi'nde dolaşırken bir sıvacı ustasının (tahmini 150 yıl kadar önce) eski bir evin dış duvarının sıvasını yaparken elindeki mala ile çizdiği bir hayat ağacı motifi dikkatimi çekti. Sıvacının o anını, duygularını adeta birlikte yaşadım. İnsan sağına soluna biraz dikkatli bakarsa veya yazılı kaynakları araştırırsa; bu kentteki eski yaşamların birçok detayına ulaşabiliyor. Örneğin 10 yılı aşkın bir zamandır, Antalya'da "Çiçek Şenliği" yapıyoruz. Bunun için yıl boyu süren ön hazırlıkların getirdiği sonuç, yarım saatlik bir kortejden öteye geçemiyor. Halbuki Antalya halkının 1930'larda, 1940'larda yaptıkları "Çiçek Bayramları"nın bütün çocukların katılımı ile dönemin kıt olanakları içinde bile gün boyu sürdüğünü, o günkü yazılı kaynaklar ve fotoğraflarda görüyoruz. Ya.. Hadrianus Kapısı'na ne demeli? Bu kapının kemerleri arasından her gün binlerce kişi gelip geçiyor. Geçerken, kemerler üzerine taş yontusu ile yapılmış çiçek motifleri, hiç dikkatinizi çekti mi? Bir geçişinizde bakın. Kemer içine yerleştirilmiş, Antalya'da yetişen yüzlerce çiçek ve meyve çiçeklerinin kabartmalarının olduğunu görünce muhakkak ki siz de çok şaşıracaksınız. Antalya'da yaşarken bilmeniz gereken o kadar çok şey var ki. Tabii, her şeyden önce bu kentin tarihini öğrenmekle işe başlamak gerekiyor.
ORİJİNAL ADI "ATTALİA"
Yaşadığımız kentin kuruluş tarihinde orijinal adı 'Attalia' idi. Kent bu ismini, kurucusu Bergama Kralı II. Attalos'tan almaktadır. Antik çağın yazarları, Antalya yakınında daha önce Olbia ve Magydos isimli iki kentin bulunduğundan söz ederler. Daha önceki bir yazımda yazdığım gibi Antalya, eski coğrafi bölgelerden Pamfilya'nın azçok ortalarında yer alıyordu. Pamfilya Bölgesi, Faselis'ten (Phaselis) başlar ve Pitolemais'te son bulurdu. Kıyının boyu Antik uzaklık ölçü birimi ile 640 stade, yani 118 kilometre olarak tahmin edilirdi. Bu bölge, Toroslar'dan inen nehirler ile üç parçaya ayrılmıştı: Bunlara Düden Çayı (Catarrhactes), Aksu Irmağı (Cestrus) ve Köprüçay (Eurymedon) adları verilmişti. Bölgenin doğu taraf sınırını ise Manavgat Suyu (Melas) oluştururdu. Antik devrin ünlü coğrafyacısı Strabon, Antalya'nın yerini şöyle tarif eder: "Faselis'ten sonra Olbia müstahkem şehri, ondan sonra Catarrhactes ırmağı ve daha sonra Corycus kolonisini de kuran Kral Attale Philadelphe'nin kurduğu Attalia (Antalya) şehri gelir." Bu tarif, araştırmacıların kafasını oldukça karıştırmıştır ve hala da bugün de bu böyledir. Eski ismi Cataraktes olan Düden Çayı'nın nasıl olup da Antalya'nın bugün batısında değil de bildiğimiz gibi doğusunda akıyor olması şaşırtıcıdır. Düden Çayı'nın bir kolunun eskiden kentin batı kıyısında yer alan Kadınyarı'ndan akmış olabilir miydi? Bu konu bugün dahi çözülmüş değildir. Pamfilya düzlüğünde eskiden dikkat çeken 6 şehir vardı. Bunlardan Perge ve Silyon Orta Pamfilya'da, Aspendos ve Side Doğu Pamfilya'da yer alıyordu. Olbia ve Attalia batıdaydılar.
BİR GEZGİN ANLATIYOR
Antalya kentinin MÖ. 158'de Kral II. Attalos tarafından kurulmasıyla, Olbia ve bugünkü Lara - Karpuzkaldıran Plajı kıyısında bulunan Magydos Antik kentleri önemini kaybetmişti. Yer açısından olduğu kadar kentin dış saldırılara karşı korunaklı olması, ticaret ve deniz aşırı yerlerle bağlantısı açısından konumu, diğer iki kent halkının büyük bir olasılıkla Antalya'ya göçmesine neden olmuştu. İngiliz gezginlerden Charles Texier 200 yıl kadar önce gezip gördüğü Antalya'yı şöyle anlatır: "Duvarlar içinde adım başı rastlanan eski eser parçaları, hep Romalılar dönemine aittir. Evler taştan inşa edilmiş, kireçle kaplanmış ve çok temiz tutulmuşlar; büyük çoğunluğunun ağaçlı iç avluları var. Antalya'da bir ay kaldım. Şehir, Düden sularının sürekli bir serinlik sağladığı bahçelerle çevrili; yazın, insanlar kendilerine dallardan kulübeler inşa ederler ve sıcak mevsimi şehre girmeden geçirirler. Bu verimli toprakta, iyi bir yönetim üretimi köstekleyeceğine desteklese, her türlü meyve yetişir. Yiyecek açısından şehir bundan daha zayıf olamaz: sadece keçi eti yeniyor. Şehir, denize bakan bir bayırın üstündedir. Nüfusu on beş bin-on sekiz bin arasındadır. Deniz ticareti, hemen hemen tamamen Rumların elindedir. Yüzbaşı Beaufort, burayı ilk ziyaret ettiği sırada, birçok eski eser kalıntısı bulmuş; bir zafer takı ve Korint tarzında sütunlar görmüştür. Bir kenar pervazının üzerinde, imparator Hadrian'ın adı yazılıydı. Surlar üzerinde gördüğüm bazı şövalye armalarının, Franklardan kalmış olması muhtemeldir."
OLBİA ANTİK KENTİ
Strabon'un tarifine göre Olbia kentinin kalıntıları, bugün Antalya Kültür Merkezi'nin Dumlupınar Bulvarı'nın hemen altında Arapsuyu vadisindedir. 1836'yılı gezginlerinden Charles Texier, Olbia'yı şöyle anlatır; "Üç tarafından ayrılmış tek bir plato üzerinde kurulmuştur; dördüncü tarafı iki yüz metre uzunluğunda, üç metre kalınlığında, büyük taşlarla harçsız yapılmış bir surla savunulmuştur. Arapsuyu denilen küçük çay, bu platonun kuzey tarafından geçer. Bu küçük şehrin, hatta Hristiyanlık döneminde de meskûn olduğu görülür. Bizans dönemine ait bazı eserlerin de izleri vardır."