Yaşama biçimine bakıldığı zaman tipik 'Akdenizlilik' özelliklerinin görüldüğü Antalya'da insan ilişkileri eskiden, bugüne göre daha yakın ve sıcaktı. Bir zamanlar komşuluk ilişkileri, insanlar için ayrı bir önem taşırdı. 'Ev alma, komşu al' sözünün büyük bir önemi vardı. Komşuluk her şeyin başıydı. Evleneceği kızı bile kendi görmeden, komşusuna seçtirirdi. "Komşum uygun gördü ise, bana da uygundur" derdi. Her gün bir komşuya gitmek adetti. Erzaklar alınır; oraya öyle gidilirdi. Orada hep birlikte yemekler pişirilir, sohbet edilir, oyunlar oynanır, iş, nakış, dikiş, biçki yapılırdı. Akşamüzeri de tekrar evlere dönülürdü. Bazı akşamlar da 'Sıra Gezmeleri'ne gidilirdi.
Kadınlar o zamanlar, herhangi bir işte çalışmadıkları için, yalnızca ev işleri ve çocuklarının bakımları ile ilgilenirlerdi. Haftanın belirli bir gününü çamaşır yıkamaya, bir gününü yırtık yamamaya, bir gününü özel yemeklerin hazırlanmasına ve bir gününü de misafir gezmesine ayırırlardı. Genellikle öğle sonralarında yapılan bu misafir gezmelerinde, evlerinde bitiremedikleri işlerini de yanlarına alırlardı. Böylece misafirlikte hem hoş-sohbet ederler, hem de bir taraftan ellerindeki işleri yaparlardı. Misafiri hazır alınmış yiyeceklerle ağırlamak ayıptı. Haberli gelmiş misafirine, çayın yanında çarşıdan satın alınmış pasta türü yiyecek ikram eden kadının misafirine önem vermediği, zahmet etmeye değer bulmadığı sonucu çıkarılırdı.
AHRETLİK İFADESİ
Akşam gezmeleri için, elektriğin olmadığı günlerde, ay ışığı olduğu geceler tercih edilirmiş. Ay ışığı olmayan gecelerde ellerinde küçük bir fenerle veya feneri olmayanlar, bir çıra yakarak onun verdiği ışıkla ev gezmelerine giderlermiş. Ay tutulması olduğu gecelerde, bunu görenler ayın kurtulması için, evlerindeki eski bakır çanakları birbirlerine vurarak ve havanları bir çan gibi döverek çıkardıkları sesle komşularına da haber verirlerdi.
Bir de o zamanlar her kadının sıkı-fıkı olduğu, bütün sırlarını hiç çekinmeden açtığı muhakkak bir kadın arkadaşı olurdu. Birbirlerine hediyeler verirler; zor günlerinde birbirlerine yardımcı olurlar; birbirlerini başkalarına karşı savunurlardı. Bu öyle bir dostluk idi ki aralarındaki bu sevginin bitmesini hiç istemedikleri gibi, ölümden sonra da devam etmesini arzuladıkları için birbirlerine isimleri ile hitap etmek yerine, 'ahretlik' olarak çağırırlardı. O zamanlar mahallede bilgi ve görgüleri ile ünlenmiş ve genellikle yaşlı kadınlara, mahalle kadınları tarafından büyük saygı gösterilirdi. Herhangi bir sorun veya hastalıkta onların bilgilerine başvurulur, yardımları istenirdi. Bu kadınlar da bu yardımları hiçbir karşılık beklemeden, fakat büyük bir gurur içinde yerine getirirlerdi. Bu kadınlar, ayrıca karı-koca arasındaki anlaşmazlıklarda arabuluculuk yaparlardı.
Eskiden hemen hemen bütün evler bastıkça gıcırdayan tahtalarla döşeli olduğu için, yaz aylarında halılar kaldırıldığında bunların su ile fırçalanıp temizlenmesi ve sarı tahta boyası ile boyanması gerekirdi. Bu çok zahmetli bir iş olduğundan, evin tabanları önceleri yağlıboya ile boyanmaya, daha sonra da ahşap ya da mermer desenli muşamba ile kaplanmaya başlandı. Çünkü muşambanın temizlenmesi daha kolaydı. O zamanlar çoraplarda ve giysilerde naylon karışımı olmadığı için, özellikle erkek pantolonları ile çoraplar çok dayanıksız olur; birkaç aylık giymeden sonra, pantolonların arkası veya dizleri aşınır ve muhakkak yama gerektirdi. O zamanlar her erkeğin bir günlük pantolonu, bir de bayramlık giysisi olurdu. Özellikle taban ve topuk kısımları delinen çoraplar, ev hanımları tarafından büyük bir beceri ile yamalanırdı.
Kadınların kocalarına yaptıkları sitem veya bir naz vardı ki bunu da eşarp çatkısı ile ifade ederlerdi. Başı çok ağrıyan kadınlar veya akşam evine geç dönen kocasına yorgunluğunu, üzüntüsünü belli etmek veya nazlanmak amacıyla, eşarbı kat kat yapar, alınlarından sıkıca geçirip ensede düğümlerlerdi. Buna 'çatkı' denir ki bu kocasına veya çevreye `başım çatlayacak gibi ağrıyor' mesajını verirdi. Eve geç gelen koca, karısının başında çatkıyı görünce ne demek olduğunu anlar ama artık yapacak bir şey de kalmamıştır. Kocanın o durumda yapacağı şey `ekmek parası için nelere katlandığı' türünden her zamanki savunmalardır.
DANTELLİ ÖRTÜLER
Eskiden her evin bahçesinde havuzu vardı. Sokaktan geçen arıklardaki su, her evin avlusundaki bu havuzlara akar, yıkanmada, bahçelerin sulanmasında ve temizlikte kullanılırdı. Çamaşır, bulaşık yıkanır, evdeki tahta tabanlar da bu sularla temizlenir, sarı tahta boyaları ile boyanırdı. Karpuzlar soğusun diye bu havuzlara atılırdı. Çocuklar oyun sırasında susadıklarında; arık kenarlarına yüzükoyun yatarak, bu sulardan içerlerdi. İçerlerdi ama, hiç de hastalık olmazdı. Çünkü hiç kimse bugün olduğu gibi sulara çöp atmazdı. Antalya'da yaşayan ailelerin kendileri genellikle evlerinin en üst katında otururlar, diğer katlarını ya kiraya verirler ya da evlenen çocuklarını bu katlarda oturturlardı. Müstakil olan evlerin mutlaka bir bahçesi ve çardağı, bazılarının da kuyusu vardı. Yaz aylarında akşam yemekleri bu çardaklarda yenir, yine bu çardaklarda cibinlik altında uyunurdu. Hemen her evin oturma odasında pencerenin önünde; oturma odalarında ise karşılıklı iki divan olur; geceleri divanların üzerine çarşaf serilip, yastık ve yorgan konularak evin çocukları yatırılır, sabah olunca yatak örtüsü, yorgan yastık tekrar toplanırdı. Çocuğu çok olan evlerde ise bu ihtiyaç akşamları serilen, sabahları erkenden kaldırılan yer yatakları ile giderilirdi. Divanların üstüne etekleri kırmalı, divan örtüsü ve duvar tarafına dizilen 'kırlent' adı verilen yastıklar kalın goblen kumaşından dikilirdi. Divan örtüleri çabuk kirlenmesin ve eskimesin diye üzerine ayrıca ev hanımının becerisine göre, kenarları dantelli örtüler serilirdi. Divanların altı ise çamaşır sepetleri ya da kışlıkların, yazlıkların bavullar içinde konduğu bir depo görevi görürdü.
KOMŞULUK AZALDI
Artık birkaç ailenin birlikte yaşadığı büyük evler kalmadı. İnsanlar, onlarca ailenin birlikte yaşadığı, fakat genellikle birbirleri ile görüşmediği, apartmanlarda yaşamaya başladı. Herkes plastik beyaz panjurların arkasına 'hapsoldu' adeta. Apartmanda bir kavga çıksa, kimse kimseyi kavgadan vazgeçirmeye çalışmıyor. Herhangi bir apartmana bir ambulans yaklaşsa; n'olmuş diye, kimse komşuna artık koşturmuyor. Olayı, sadece sessizce uzaktan izlemeyi tercih ediyor. Komşuluk ilişkisi şimdi, yalnızca apartman çatılarındaki 'günısı kollektörleri' arasında kaldı. Ve... Antalya'da komşuluk ilişkileri günden güne, umursamazlığa dönüşüyor. Bana da eski o güzel günleri hatırlatmak görevi düşüyor.