Çok direndim girmemek için bu konuya. Ama boyutları korkunç sınırlara ulaştı. Her gazeteyi açtığımda aynı konuyla karşılaşmaktan, her televizyona göz attığımda aynı mevzunun tartışıldığını görmekten artık fenalık geldi. İnsanların konunun hassasiyetini, ciddiyetini umursamadan laf üzerine laf çevirmesi dayanılmaz bir hal aldı! Evvelden "mahremdir" deyip, babamızın, ağabeyimizin bile duymasını arzulamadığımız ve hatta "kalpleri kırılır" diye analarımıza dahi bahsini etmediğimiz, en yakın kız arkadaşlarımız, ablalarımız dışında kimseyle paylaşmadığımız kürtaj anılarının şimdilerde teker teker ortaya dökülmesinden gına geldi. Yeter artık. Lütfen yeter. Başkalarını bilmem ama ben "kürtajın" bu düzeyde konuşulmasından, tartışılmasından rahatsızım. Suyu çıktı artık! Saçmalamaya başladı insanlar. Abuk bir hal aldı olay.
Geçen gün son derece mesafeli bir ilişkimiz olan karşı cinsten biri "küt" diye "Siz ne düşünüyorsunuz kürtaj ve sezaryenle ilgili?" diye sordu. Kaçmak istedim konudan. Sadece, "Son derece gereksiz ve yersiz bir tartışma!" deyip sustum. "Niye?" dedi. "Yoksa siz de kürtajı sıradan bir operasyon ve kadının doğal bir hakkı olarak görenlerden misiniz?"
Baktım ki yanlış anlayacak beni. Onun için mecburen mevzuya girip enine boyuna anlatmak zorunda kaldım düşüncelerimi. Konu derinleşti. Derinleştikçe tabii bu defa ister istemez kendi özelimden örneklemelere girdim:
"Kürtaj vicdan sahibi hiçbir kadının gönül rahatlığı ile kabullendiği bir operasyon değildir! Bu konu bu kadar basit ele alınamaz! Ayrıca, 'cinayettir' filan deyip olay bu derece büyütülemez! Benim de başımdan geçti. Biliyorum bu operasyonların kadın üzerinde nasıl bir psikolojik çöküntüye sebep olduğunu. Kim ister? Hangi kadın ister kendisine ait olan bir canlının hayatına son vermeyi? Bu konu konuşulduğu kadar kolay mı sanıyorsunuz siz? O operasyondan sonra günlerce uyuyamadığımı biliyorum. Ne kadar zor geçti benim için o günler." Y
etmedi bu anlattıklarım adama... İkna olmadı. Hesap sormaya başladı. Üstelik de son derece rahat bir tavırla...
Dedi ki; "Eee? Madem vicdanınız rahatsız oldu. Niye doğurmadınız? Niye o cinayeti işlediniz göz göre göre? Niye katlettiniz bebeğinizi?"
Daraldım. İçim büzüldü. Bir an, "Çek git kardeşim ya! Sana hesap mı vereceğim? Bebek de benim. Can da benim. İster doğururum. İster öldürürüm. Sana ne!" demek istedim aslında.
Ama tamamen kızgınlıktan hareketle, bu cevabın yaşadığımı anlamasına faydası olamayacağına inandım.
Bir canavar değildim ben çünkü! Katil değildim! Anneydim. Ve o olay hala kalbimde bir yaraydı. Beni daha fazla yormaması adına sakin ama üzgün bir ifadeyle, yüzümü buruşturarak dedim ki sadece; "Ya öyle gerekiyordu... Şartlarımız müsait değildi..."
Ama devam etti. Faturayı yazıp önüme koydu:
"Şartlar ne olursa olsun Sevilay Hanım! Keşke o bebeği katletmeseydiniz! O cinayeti işlemeseydiniz. Keşke yavrunuzu dünyaya getirseydiniz! İnanın öbür dünyada sizden bunun hesabı çok fena sorulacak!"
İşte o andan sonra dayanamayıp patladım. Tıpkı freni boşalmış kamyon gibi... Saydırdım ağzıma geleni. Duysun herkes de!
Mecburdum. Çünkü o günler zor günlerdi bizim için. Evleneni henüz 1 yıl olmuştu. Bir bebeğimiz vardı ve henüz 2 aylıktı! Önümde iki seçenek vardı. Ya hayatta olan bebeğime daha iyi bir gelecek kurmak için çalışmak, ya da ikincisini de doğurup kaderime razı gelmek! Ben ilkini tercih ettim. Yuva kurarken yaptığımız onca borcu eşim tek başına ödeyemezdi. Onu yalnız bırakamazdım. Çatlak ev sahibinin kirayı ödemediğimiz zamanlarda sabahın köründe kapımıza dikilmesine yüreğim dayanmazdı. Daha 15 günlükken sütten kesip anneannesinin kucağına terk etmek zorunda kaldığım bebeğime analık yapamazken bir de o çocuğu doğuramazdım! Üzgünüm. Evet çok üzgünüm. Keşke şartlarımız uygun olsaydı da doğurabilseydim. Ama değildi! Değildi bunun için ne yazık ki o bebeğin alınması gerekiyordu!
Anlatabildim mi?