Bir ülkenin vatandaşları kendi ülkelerinin para birimine güvenmeyip başka ülkelerin para birimleriyle tasarruf ediyorsa, bu olaya para ikamesi ya da dolarizasyon deniyor.
Dolarizasyon aynı zamanda o ülke vatandaşlarının ülkeyi yönetenlere güvenini de belirliyor. Eğer kendi yöneticilerine güveniyorlarsa o ülkenin vatandaşları kendi ülkelerinin para birimleri üzerinden mevduatla tasarruflarını tutuyorlar ve yine bankalar kredilerini diğer ülke para birimleri üzerinden veriyorlar.
Eğer o ülkede vatandaşlar ülkeyi yönetenlere güvenmiyorlarsa, yöneticilerine güvendikleri ülkelerin para birimlerini kullanıyorlar. İşte bu nedenle bir siyasi lidere olan güvenin düzeyi dolarizasyonun düzeyiyle ölçülebiliyor.
AK Parti iktidara geldiğinde Aralık 2002'de Türkiye'de gerçek kişilerin mevduat dolarizasyon oranı yüzde 42'ydi. Bugün ise 2013 Mart ayının ilk haftası itibariyle bu oran yüzde 16.9'a geriledi. Bankaların kullandırdığı kredilerde dolarizasyon oranı da Aralık 2002'de yüzde 60.1 düzeyindeyken, Ocak 2013'te yüzde 26'ya geriledi.
Dolarizasyondaki bu gerileme bize vatandaşların kendi para birimlerine, dolayısıyla bu ülkeyi yönetenlere güvendiğini gösteriyor. Bunun anlamı da şu: Türkiye vatandaşları Başbakan Erdoğan'a güveniyor. Aksi takdirde bu ülkede dolarizasyonu yüzde 42 gibi çok yüksek bir düzeye çıkaran DSP- ANAP- MHP koalisyon partilerinin 2002 seçimlerini kazanması ve iktidarda kalması gerekirdi. Bu, dolarizasyonun düzeyinin, halkın yöneticilerden memnuniyetinin ölçüsü olduğunu bize açıkça gösteriyor.
Siyasi iktidarlara güvensizlik ve istikrarsızlık nedeniyle dolarizasyonun yüksek olduğu ülkelerden örnekler vermekte de fayda var: Lübnan'da mevduat dolarizasyon oranı yüzde 85, Gürcistan'da yüzde 75, Angola'da yüzde 65 ve Macaristan'da yüzde 60 seviyesinde bulunuyor.
Gelelim dolarizasyonun iki temel nedenine... Bir, eğer bir ülkenin vatandaşları yüksek enflasyon nedeniyle devalüasyon beklentisine giriyorsa kendi ülke para birimleriyle tasarruf yapmaktan vazgeçiyor. İki, yolsuzluk beklentileri artarsa yine dolarize oluyorlar.
İşte Başbakan Erdoğan bu iki beklentiyi ortadan kaldırdığı için ona olan güven çoğaldı. Erdoğan, bütçe açıklarının milli gelire oranını yüzde 24'ten yüzde 1.7'ye geriletti. Böylece para basarak bütçe açığının finanse edilmesi ihtimali ortadan kalktı ve enflasyon yüzde 29.7'den yüzde 6.2'ye geriledi.
Yine askeri vesayet yoluyla beslenen İstanbul sermayesinin ve diğer rantiyelerin kamu bütçesinden sifonlanmasını önleyerek Türkiye'nin yolsuzluk algılama endeksindeki sırasını 77'den 54'e geriletti. Böylece vatandaşın Erdoğan'a güveni attı.
İşte bu güven nedeniyle Başbakan Erdoğan bu ülkenin yıllardır çözülemeyen Kürt sorununu da çözebilecek. Savaştan kişisel güç devşirenler ve kazanç elde edenler barışı istemeyebilir. Ama gelinen aşamada artık eskisinden çok farklı olarak güvenilen bir siyasi lider var. Barışa giderken bazılarının Erdoğan'a yönelik artan eleştirilerine rağmen bu ülkede dolarizasyon azalıyorsa halk çözüme inanıyor anlamına geliyor bu.