Türkiye'de yerel yönetimler hep finansman sorunu yaşadı. Halkın seçtiği belediye başkanları parasızlık nedeniyle halkın isteklerini yerine getiremedi. Dolayısıyla vergi mükellefleri ödedikleri verginin karşılığı olan hizmetleri yaşadıkları çevrede alamadılar. Toplanan vergiler Ankara'nın devlet dairelerinin koridorlarında verimsiz kamu harcamalarına dönüştü. Ödenek kullandırmada Ankara yerel yönetimleri adeta inim inim inletti.
Ve Başbakan Erdoğan, yerel yönetimlerin sorunlarını yaşayan bir siyasetçi olarak iktidara geldiğinde, ilk işi, yerel yönetim sorununa bir yasa değişikliğiyle el atmak oldu. Ama karşısında statükonun temsilcisi Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i buldu. Yerel yönetimlere yetki veren yasayı Sezer iki defa veto etti. Ardından Anayasa Mahkemesi'ne götürdü. Cumhurbaşkanı'nın gerekçesi, bu yasayla üniter devlet yapısının bozulacağı iddiasıydı. Oysa yasa üniter yapıyı bozmuyor aksine güçlendiriyordu. Hatta bu yerel yönetim reform yasasının basına yansıyan Oslo süreci olarak adlandırılan MİTPKK görüşmelerinde de yer aldığı ortaya çıktı.
Bu görüşmelerin basına sızan bant kaydında, o dönemde MİT Müsteşar Yardımcısı ve Başbakan'ın özel temsilcisi olan şimdiki MİT Müsteşarı Hakan Fidan, "Şimdi yaşadığımız bir sıkıntıyı anlatayım size..." diyordu ve şöyle devam ediyordu: "Hakkâri'ye yol yapılacak, Ankara'dan DPT ile görüşülüp şeye çıkılacak... Bu adamı şimdi öğretmen alacaksınız oradaki valiliğe kontenjan verilecekti. Valilik bu öğretmeni alacak adam oraya gidecek kardeşim bilinçli olarak geliyor ben burada öğretmenlik yapacağım... Şimdi bu son derece verimliliğe dayalı bir şeydi. Hani siyasi ideolojiyle falan filan da ilgisi yok bunun, aklın yolu bu" diyordu.
Fidan haklı. Eğer Başbakan Erdoğan'ın yedi yıl önce yerel yönetim reformu yasası statükocu Cumhurbaşkanı tarafından engellenmeseydi, bugün yaşadığımız sorunların pek çoğu yaşanmayabilirdi. Çünkü hazine, gümrük, adalet, güvenlik, istihbarat, dış politika, eğitim ve diyanet dışındaki sağlık, kültür, spor, çevre ve orman, tarım ve köy işleri, sanayi, ticaret ve bayındırlık bakanlığı görev ve yetkilerini yerel yönetimlere bırakacaktı. Böylece bugün tartışma konusu olan sorunlar ortadan kalkacaktı.
Gelelim demokratik açılımın ekonomik bir adımı olan belediye tahvillerine... Geçen perşembe günü mahalli idarelerin tahvil ihracına izin veren yönetmelik Resmi Gazete'de yayımlandı.
Peki yerel yönetimler tahvil çıkarmak için ne yapacaklar? Bir kere Hazine'ye borçları olmayacak. "Peki bunu kaç belediye başarabilir? Çünkü belediye gelirlerinin yüzde 60'ı Ankara'dan geliyor" diyebilirsiniz ama... Tahvil çıkarabilmek için Hazine borçlarını ödemeleri şart. Çünkü belediye zayıf da olsa iyi yönetiliyorsa, borçlarını temizleyebilir.
Ardından hemen şu soru akla gelebilir... Peki Güney ve Doğu Anadolu'da zayıf mali yapılı belediyeler nasıl tahvil çıkartacak? Onların tahvilleri için Amerikan modeli, uygun bir çözüm olabilir.
ABD'de tek başına tahvil ihraç edemeyen yerel idareler, yerel yönetim bankası garantörlüğüyle borçlanıyor. Bizde de İller Bankası zayıf mali yapılı belediyelere garantör olabilir. (*) Böylece belediyeler bankacılık sistemine göre daha uzun vadeli ve düşük faiz oranıyla borçlanabilirler. Ve bölgesel yatırım projelerini hayata geçirebilirler.
Tabii bu arada unutulmaması gereken bir konu var. Tahvil ihracı, ahlaki bir zafiyet yaratmamalı. Halkın ihtiyacı olan ve aldığı borcu geri ödeyebilen projeler için tahvil çıkarılmalı. Başka yol yok. Merkezden mali bağımsızlık ancak bu tür yöntemlerle verimli yatırımlar yaparak sağlanabilir.
(*) İsmail Orçun Gündüz, Yerel Yönetimlerin Bir Borçlanma Yöntemi Olarak Tahvil İhracı, doktora tezi, Marmara Üniversitesi, 2008.