Sayfamı masanın üzerine yaydım. Kahvemi yanına koydum ve uzun uzun seyrettim.. Keyifle.. Bir tablo gibiydi çünkü..
Perşembe sabahı, yazılarımı yarılamışken Yasemin odama girdi. "Gene dünkü gibi kocaman bir ilan varmış Hıncal Bey.. Ona göre yazmalıymışsınız" dedi.
Bre aman.. Dün giremeyen yazılar doldurur zaten, kalan yeri.. Oysa bugün yazmam gereken şeyler var..
Reklamcıların bahanesi, hazır ama, aptal kandıran..
Efendim reklam veren "İlle" benim sayfamı istiyormuş.
Niye?. Okunuyormuş.. Peki sen bu reklamları doldurunca okunacak yazıya yer kalmıyor.
O ne?.
Erdal Müdürümü aradım.
Bu gazetenin en eskileriyiz.
Yıllardır tanır beni. Yazılarımı önce "Keyif" için yazdığımı bilir. "Sevgili Müdürüm, beni, reklamlardan artan yeri doldurma yazarı olmaktan kurtar. Çünkü artık yazma zevkimi yitiriyorum" dedim..
Dedim ya, iyi tanır beni diye..
Öpüştük, ayrıldı..
Sonunda dün sabah okuduğunuz sayfa hazırlandı.
Benim masama yaydığım tablo..
Editörüm Fikret ve sayfayı tasarlayan Halil Nadar, kendilerine rahat yer verilince, öylesine keyifle çalışmışlar ki.. Başlıklar, yazıların altına konan fonlar.. Ve de Servet'in harika çizgileri.. Bakırköy Yunus Emre Merkezi avlusundaki çocuklarla başlıyor ya yazım. Servet, merkezin fotoğrafını aramış bulmuş, onu çizmiş, çocukların ve benim arkamıza, tepede pırıl pırıl parlayan güneş dahil.. Son yıllarda ilk defa bu kadar hoş bir sayfam çıktı bu gazetede.. Teşekkürler Erdal Müdürüm.. Teşekkürler Fikret, Halil ve teşekkürler Servet!..