İstanbul öylesine bir kültür sanat merkezi oldu ki, benim gibi film hastası biri, sinemaya gitmeye vakit bulamaz oldu.. Gelmesini heyecanla beklediğim filmleri bile, geçin ilk günleri, ilk haftalarında bile göremez oldum..
Quentin Tarantino'nun Django'su bunlardan biri..
Film nerdeyse gösterimden kalkacaktı, nihayet gidebildiğimde..
Quentin Tarantino'yu izlemiştim iki ay falan önce, Jay Leno şovda.. Yaptığı filmlerden kafamda bir Tarantino tiplemesi var. Onunla taban tabana zıt bir gır gır adam girdi görüntüye.. Blucin.. Üzerinde yazılar bir siyah tişört.. Ayağında basketbol ayakkabıları..
Nasıl matrak.. Jay'den fazla ona güldüm. Resmen rol çaldı.. Resmen komik adam..
"Sizin setlerinizde cep telefonu yasakmış" dedi, Jay..
"Kullanmak değil, yanında getirmek bile yasak" dedi, Tarantino.. "Geliyorum sete.. Herkes bir köşede.. Elinde bir telefon.. Hele şimdi akıllıları çıktı ya.. Parmaklar ekran üzerinde dönüp duruyor. Hepsinin aklı başka yerde. Hepsi başka yerde.. 'Motor' diyeceğim de, bunlar anında 'Takım' olacaklar, birlikte film çekeceğiz öyle mi?. Yasak ettim.. Şimdi geliyorum sete.. Set işçileri dahil toplanmışlar, aralarında sohbet ediyorlar.. Takım ruhu o zaman oluyor ve filme yansıyor.."
Django'ya giderseniz, ki gidin bana sorarsanız, A'dan Z'ye güzel film çünkü, Tarantino'yu da görebilirsiniz. Filmin sonuna doğru, üzerindeki dinamitin patlamasıyla havaya uçan maden ustabaşısı rolündeki figüran o.. Tarantino, patlama sonunda kendisinden kalanları da gösteriyor.. Üzerinde duman tüten bir çukur.. Ne demek istiyor acaba?.
Aslında her sahnede bir şeyler demek istiyor gibi geldi bana..
Mesela sonlara doğru, hani o Summertime şarkısında anlatılan binlerce dönümlük pamuk çiftliğinin ağası rolünde Leonardo di Caprio konuşuyor..
"Biz burada beyazlar sayıca çok azız. En yakın şehir üç günlük yolda.. Etrafımız yüzlerce zenciyle dolu. Bizi tükürükle boğarlar. Ama baş eğiyorlar. Her dediğimize her yaptığımıza baş eğiyorlar?. Neden?."
Ayni soruyu "Kökler" dizisini izlerken ben sormuştum, kendi kendime, yıllar yıllar önce..
Beyaz ağa, çocukluktan çıktığı tartışılır minik kızını istiyordu kölenin, bekaretini almak için.. Bu hak ona aitti çünkü.. Anne ve baba, kızlarını elleriyle hazırlayıp, ağanın koynuna sokuyorlardı.. Medeniyetten kilometrelerce uzak çiftlikte bir avuç beyaz, yüzlerce zenci varken.. Ve bu böyle devam edip gidiyordu..
"Bu beyaz adam Avrupa'dan geldi.. Yerliler vardı. Kızılderililer.. Onları yok ettiler. Kızılderililer çarpışa çarpışa öldüler.. Kızılderilileri yok eden beyazlar, tonla zahmete ve masrafa girip Afrika'dan zenci getirip köle yaptılar.. Neden" demiştim kendi kendime..
Bir sosyal bilimci dostum "İnsanlar topraklarından koparıldıkları ve dönemeyecekleri yerlere götürüldüler mi, kolay boyun eğici olurlar" dedi.
Tatmin etmedi beni..
Afrika'ya giden beyaz adam niye, Kızılderililer gibi bir dirençle karşılaşmadı o zaman?. Neden Afrika'daki zenciler, kendi evlerinde sayıca çok az beyazlara köle oldular?. Neden Afrika yüz yıllar boyu beyazların kölesi oldu, aşağılanmayı kabul etti?. Neden beyazların oyunlarına gelip birbirlerini öldürdüler?.
Leonardo di Caprio, konuklarıyla yemek yediği masada bu soruyu sordu ve gene kendisi cevap verdi..
"Çünkü zencilerin beyinlerinde bir kölelik lobu vardır ve bu lop, kafatasının altındaki şu üç çukura yerleşmiştir.."
"Şu"derken eliyle gösteriyordu. Elinde bir kafatası vardı.. Zenci kafatası..
..Ve beyaz adam, zencilerin niye köle olduklarını elinde bir kafatasıyla anlatıyordu..
Tarantino, simgesel bir sahne mi yapmıştı?. Kafatasçılığın altını, tam da böyle mi çizmişti?.
Sonra öfkeyle yumruğunu masaya vurdu di Caprio!.. Elinin altındaki bardak parçalandı. Kan fışkırdı. di Caprio sahneyi kanlı eli, filmi de eli sarılı bitirdi.
Gördüğüm en kanlı filmlerden biri olan Django'da izlediğimiz tek gerçek kan da buydu, bilir misiniz?. Senaryoda böyle bir sahne yoktu aslında.. Di Caprio elini yanlışlıkla bardağa vurmuştu. Tarantino, çekimi durdurmadı, devam etti ve o çekimleri filminde aynen kullandı..