Balyoz kararlarının ertesi çıkan Sabah'ın manşeti bana, 28 Mayıs ve 13 Eylül sabahları çıkan gazeteleri hatırlattı..
Gereğinden fazla heyecanlı ve aceleci..
Bu ülkenin başbakanı "Gerekçeli karar açıklanmadan yorum yapmak mümkün değil" diye çok soğukkanlı bir duruş gösterir ve "Bu dava henüz bitmedi. Daha Yargıtay dönemi var" diye bir hukuksal gerçeğe parmak basarken üstelik..
..Ve de Başbakan ve hele Adalet Bakanı dahil kimsenin değinmediği bir hukuksal gerçek de var..
Her demokratik ülkede olduğu gibi, bizde de "Devam etmekte olan bir davayı etkilemek" suç.. (Türk Ceza Kanunu /Madde 288)
Kararların açıklanmaya başladığı andan itibaren bu suç pervasızca işlenmeye başladı.. Televizyonlarda yorumcular.. Ertesi günden başlayarak çıkan gazetelerde köşe yazıları ve düşüncelerine baş vurulanlar..
Şimdi bu ülkede yıllarca başbakanlık yapmış, Cumhurbaşkanı seçilmiş bir lider, Süleyman Demirel, "Bu iş yeni başladı. Köprülerin altından daha çok su geçer" diyor..
Doğrudur. Geçecek..
Kararın kesinleşmesi için bir Yargıtay aşaması var. Bir de son değişikliklerle aniden yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi safhası..
Şimdi bu ülkede bu yayınları izleyen ve okuyan yargıçların etkilenmemesi mümkün mü?.
"Yaşasın Demokrasi!.."
Peki Yargıtay bu kararları çevirirse ne olacak?.
Demokrasi'nin sonu mu?.
Çevirebilir mi?.
Bunca yayın, bunca demeç, bunca yoruma zerre aldırış etmeden karar verecek olanlar robot değil ki, insan!..
Hüküm onun için var yasalarda.
"Hüküm kesinleşinceye kadar yargıyı etkilemek yasaktır.."
Bakmayın.. Bu ülkede "Kırmızıda geçmek" de yasaktır!..
***
Ergenekon, Balyoz, Odatv davalarının esasları üzerine tek kelime yazmadım bugüne dek..
Hukuka olan saygımdan, inancımdan.. Hukuk üzerine eleştiri hakkıma gölge düşürmemek için..
Yazdıklarım sadece "Usul" üzerineydi. İnsanların "Tutuklu" yargılanmalarına itiraz ettim hep. Hâlâ da ediyorum..
Balyoz davasında kararlar açıklandıktan sonra, tutuksuz yargılananlar da tutuklandılar..
"Yaşasın Demokrasi" başlığı "20 yıla mahkûm edilmesine ve tahliyesine" diye bir karar çıksaydı çok yakışırdı.
Mahkeme verdiği kararın kesin olmadığını, bu aşamanın Yargıtay'da gerçekleşeceğini biliyor ama dışardakileri bile içeri alıyor. Emin mi, Yargıtay'ın onaylayacağından..
Ya bozarsa.. Ya bozmada ısrar ederse.. Ya sonunda masum olduğu anlaşılan 1, tek bir kişi çıkarsa, senelerden beri içerde "Mahkûm gibi" tutulan..
Demokratik ülkelerde Ceza Hukukunun, insanlara Ceza vermekten çok daha önemli bir işlevi vardır.. Çok daha önemli ve çok daha temel..
"Masum bir insanın suçsuz yere, özgürlüklerinden mahrum edilmesine engel olmak.."
O demokratik ceza hukukunun varlığı sayesinde geceleri başımızı yastığa koyunca rahatça uyuruz. Sabahın köründe kapımızın kırılıp içeri girilmeyeceğini, tutuklanıp götürülmeyeceğimizi bilerek, ne kadar içerde kalacağımızı aklımıza getirmeden.
"Bir kişi, suçsuz yere bir gün içerde yatacağına, bin suçlu aramızda dolaşsın" ilkesinin, "Şüphe sanık lehinedir" değişmez kuralının sebebi işte tam budur..
Masum bir insana bir gün bile ceza çektirmemek.. Bu inancı herkese yerleştirmek.
Peki bizde öyle mi oluyor?.
İnsanlar, şüpheler, sadece şüphelerle evlerinden alınıp, yıllarca içerde mahkûm gibi, hatta hücrelerde yatarken, "Yaşasın demokrasi" nasıl oluyor?.
"Bir sivil mahkemenin askerleri mahkûm etmesi" şekilciliği, Demokrasi için yeter mi?.
Bir mahkeme, yargıçları sivil giyiniyor diye, sivil olur mu?.
O zaman Yassıada Mahkemesi de sivil değil miydi?.