İki konser izledim geçen hafta, ancak sıra geldi.. Biri CRR'de pop.. Öteki Boğaziçi Üniversitesinde klasik.
Pop Konseri İstanbul Belediyesi Kent Orkestrası'nın Abba Şarkıları'ydı..
Hayal kırıklığına uğradığımı itiraf ederim.. Mamma Mia müzikallerinde ayni şarkıları çalan orkestra bunun üçte biri kadardı. Koca koca salonları Abba coşkusuna boğdular.
Burada bir akustik, bir bas, bir elektro gitar, bir davul, iki perküsyon arasında kaybolmuş, renksiz bir müzik vardı. Yaylıları önde oldukları için pek duymasak da gördük. Üflemeliler hiç yoktu. Oysa hele bakır üflemeliler için bire birdi Abba Müziği.. Takım halinde ayağa kalkmış, salonu da ayağa kaldıran trompet, trombon ve saksafonları bir düşünün.
Solistlerin içinde Abba'nın hakkını veren tek sanatçı Dünya Kızılçay oldu. S.O.S'i harika söyledi, ama nedense o da 18 şarkıdan sadece birini söyledi. Bu ismi çok duyacağız gibi geliyor bana..
Boğaziçi'ndeki Şolomo Mintz (Keman) ve Sander Sitting (Piyano) konseri muhteşemdi. Yılın müzik olaylarından biri.. Mintz dünya çapında bir kemancı.. 300 yaşındaki Stradivarius kemanını çalmıyor, oynuyor.. Bu ne virtüözitedir?.
Bach, Brahms ve Falla'da harikaydılar ama, ilk kez dinlediğim, müziğin Dadaistleri diye bilinen Fransız Altıları'ndan Darius Milhaud'un Damdaki Öküz'ü harika üstüydü. Eğlence, neşe için müzik yazıyormuş, bu altılar..
Parçanın adı, Paris'te dostların beni götürdükleri ünlü restoranı hatırlattı. "Damdaki Öküz'e gidiyoruz" dediler.. Adına uygun asansörle tepeye çıktık, önüme bir menü geldi ki, Balık.. Hep balık.. Meğer Damdaki Öküz balık restoranı oluyormuş. Her zaman sorarım. Bu isimle sorulur mu?.
"Bu defa 'Öküz' ben oluyorum herhalde' demiştim dostlara..