Ölümün de güzeli olur mu?.. Olur herhalde.. Yoksa Zincirlikuyu'da İsmet Ağabey'in üzerine bir kürek toprak da ben atarken niye "Tanrım, bana da böyle bir ölüm nasip et" diyeyim ki..
İsmet Ağabey, Erol Kaynar'ın babası yani.. Bizim Salomanje kahvaltı gurubunun çoğu adını ölüm ilanlarında öğrendi.. "Erol Kaynar'ın babası"ydı o, hepimiz için.. Aslında hepimizin babasıydı sanki.. İnsan hemen hemen hiç tanımadığı, haftada bir çok kısa bir süre gördüğü insanı, insanları bu kadar sever mi?.
Ama öyledir.. Bazıları daha ilk bakışta "Sevgi"yi aşılarlar etraflarında..
Kahvaltı ekibi 12 ile yarım arasında toplanmaya başlar, saat bir buçuğa doğru upuzun masada 20'ye yakın dost toplanmış olurduk. İşte o sırada kapı açılır, içeriye İsmet Ağbi ve kolunda Süreyya Hanım girerlerdi. Erol'un annesi ve babası.. O sahneyi görmeniz lazım.. Kırmızı halı sanki.. Masadakiler doğrulur, bir alkış başlardı. Ağır ağır yürürlerdi yanımızdan.. Gülerek, el sallayarak, teşekkürler ederek.. Salonun öbür tarafında kendileri için hazırlanan masaya geçerlerdi.. Hepsi bu..
Kapıdan giriş ve yanımızdan yürüyüp geçiş.. Nerden baksan iki dakikadan fazla değil.. Bu kadarcık şey böylesi bir sevgi ve saygı doğurur mu?.
Bir ara Süreyya Hanım ayak bileğinden sakatlanmıştı. Yürüyemiyordu. Gelemediler.. Her hafta Erol ayni sorulara yanıt veriyordu..
"Nerdeler?.. Annen, baban nerde.. Ne zaman gelecekler.."
Sonra bir pazar kapı açıldı gene. Bir elinde baston öbür kolunda İsmet Ağbi, Süreyya Hanım göründü kapıda.. Kıyamet koptu masada. Alkış, kıyamet..
Ayağa fırladık. Öpüyoruz, kutluyoruz..
Onlar bizim için sevgi yumağı.. Sevginin aşkın simgesi..
Tam 60 yıl, ayni yastığa baş koymak ne demek?.. Evlenirken verilen "Ölüm ayırıncaya kadar" lafını, klişe diye değil, öyle yaşamak için söylemek ve öyle yaşamak..
İki aslan gibi evlat yetiştirmek.. Harika bir torunu kucaklamak..
Ve de 87 yıl yaşamak.. Upuzun ve sağlıklı bir ömrü yaşamak.. Yatmadan, hatta oturmadan.. "Ağaçlar ayakta ölür"ü tasdikleyerek dimdik gitmek..
Bu ölüm güzel değilse, hangi ölüm güzeldir peki.. Ve de ölüm kaçınılmazsa eğer..
Güzel ölümler, giden için güzeldir de, kalanlar için acıdır. "Bir saat evvel cıvıl cıvıl konuşuyordu.. Sabah evden aslan gibi çıkmıştı.. Daha yarım saat önce telefonda konuşmuştuk.. Yahu geçen hafta bu kapıdan nasıl girmişlerdi. Nasıl alkışlamıştık.."
Anılar yığılır, gözler dolar. Beyin inanmaz..
Şişli Camisi'nin avlusunda, pazar günü, tam da kahvaltı saatinde toplandığımızda Erol "Her haftaki buluşma yerimizden 50 metre ötedeyiz, hepsi bu" dedi, "Kadere bakar mısın?.."
Güzel ölümler, yaş 87 de olsa, erken ölümlerdir. Kötü ölümler "Kurtuldu" dedirten ölümlerdir.. Annem öldüğünde 43 yaşındaydı. Ölüm haberini aldığımda "Artık acı çekmiyor" diye düşündüğümü hatırlarım. Yaşama ümidi kalmamış, tıp bitmişti.. Kapkara bir odada oturuyor ve "Allahım, acı çekmeden bir, tek bir nefes alayım, sonra canımı al" diye dua ediyordu.. Öyle acı çekiyordu, her yanını saran örümcek ağı gibi hastalığı yüzünden. Hiç bir şey yiyemediği için koluna bağlı serumla besleniyor ve o serumun içinde devamlı verilen morfin bile ağrılarını kesmiyordu. O zamanın tıbbı o kadardı zaten..
Annenin ölümü için oğula bile "Kurtuldu" dedirten ölüm kötüdür..
Kalanlar için iyisi de odur aslında. Hazırsınızdır. Beklersiniz her an. Teselliniz de ordadır.. "Kurtuldu.."
Güzel ölümler, kalan için en acı olanıdır.. Hazmedemez, sindiremez, kabullenemezsiniz.. Çelişkiye bakar mısınız?. Hayatın kendisi çelişkiler yumağı değil mi zaten..
Bir güzel düğüne gitmeye hazırlanıyordum, İsmet Ağabey'in haberi geldiğinde..
Fulya ile Fatih dostlarımın kızı evleniyordu..
Ölenle ölünmüyor.. Hayat devam ediyor.. "Düğünle cenaze" diye bir film vardı.. O geldi aklıma..
Fatih Hocam kapıda mutlu ve gururlu karşılıyordu konuklarını..
Fulya da mutluydu ama, gözlerinde hüznü de okudum.. Kuş yuvadan uçuyordu.. El bebek gül bebek büyüttüğü, kucağından ayırmadığı civcivi, yuvadan uçuyordu. Mutlu hüzün de oluyordu işte.. Güzel ölümün olduğu gibi..