Sabah kalktığımda Zeytin'i gördüm, bahçe kapısının önünde.. O da beni gördü.. İki ayağını cama dayadı.. Sevincini okudum halinde.. O da benim sevincimi anladı mı bilmem..
Zeytin.. Bir yıldır bizim kedimiz .. Nehir'in arkadaşları bulmuş Zeytinburnu'nda sokakta.. İki üç haftalık bebek.. Almış Nehir'e getirmişler.. Kız bir apartmanın bilmem kaçıncı katında oturuyor. Çoğu zaman da işte.. Bakması mümkün değil..
Benim bahçe var ya.. O da bana getirdi..
Alıştı bahçeye..
Kendisini sokaktan eve getiren Nehir'e de teşekkür etti, tam Nehir'in doğum gününde Zeyno, Kevin ve Cindy'yi doğurdu.. Ortaköy'de bir parti yapmış Nehir.. Pastayı kesince eve döndüm ki, Zeytin bahçedeki salıncakta kan revan içinde.. İki yavru gelmiş, üçüncü yolda.. Parti devam ediyordu, Nehir'i aradım.. "Sana en güzel hediye Zeytin'den" diye..
Daha o zaman ameliyat ettirecektim de "Bir kere doğursun" diyenlere dayanamadım..
Dört kedimiz birden olunca, artık yenilere yer yok.. Bu defa ameliyat kararı aldık. Hemen bizim orada Ju-En diye çok şirin bir veteriner kliniği var. Yedi veteriner hekim kurmuşlar. Bebeklerin aşılarını ve bakımlarını da onlar yapıyor. Zeytin'i götürdük, bıraktık. Saat beşte almaya gittiğimizde anesteziden yeni çıkmış, uyku sersemi gibi taşıma kutusunda yatıyor..
"Beş gün evden çıkarmayın" dedi hekim.. Zaten Zeytin de eve bayılıyor..
Geldik eve, kutunun kapağını açmamızla Zeytin'in balkon kapısından fırlayıp kaybolması bir oldu.
O gün dönmedi.. Ertesi, daha ertesi gün de.. Ercan ile Mehmet her eve gelişimizde Alkent bahçesini altüst ediyorlar, izi yok.. Hayvan yaralı.. Bende korku.. Bir yerde ölüp kaldı mı?.. Hekimler içimizi rahatlatıyor.. Acı çeken kedi saklanır.. Bir yerlerdedir merak etmeyin.. Bir hafta geçmiş ortada yok.. Merak etmemek mümkün mü?..
İşte o sabah camın önünde görünce niye bu kadar sevindiğimi anladınız..
Ameliyat yeri hâlâ tıraşlı, tüyler henüz uzamamış ama, üzerindeki dikiş ve pamuk yok olmuş. Yara izi de kalmamış.. Vallahi estetik yapmışlar ameliyatı..
Kapıyı açtım Zeytin atladı..
Kaselerini doldurdum, kuru mama ile.. Birine de süt.. Kevin, Zeyno ve Cindy de koşup geldiler.. Aile bir araya toplandı.. Nasıl iştahla, nasıl çıtır çıtır saldırıyorlar, mamaya..
Keyifleri bana da sirayet etti..
Bahçeye baktım..
Hani yazın cıvıl cıvıl olan bahçeye..
Fatoş şezlongları toplamış.. Salıncakların üzerinden minderleri kaldırmış.. İki sandalye bırakmış, olur a, bahçeye çıkarsak diye..
Sonbahar hem de nasıl gelmiş bahçeme..
Çiçek tarhlarında çiçek değil, kökleri bile yok.. Toprak meydanda.. Ortancalar, kuru çiçekler gibi sıra sıra..
Ne arılar uçuşuyor etrafta, ne kelebekler.. Bahçe boş.. Bahçe loş.. Bahçe terkedilmiş..
Ve de sarmaşıklar.. Bahçenin dört bir yanını, evin duvarlarını yemyeşil yapan sarmaşıklar..
Şimdi yeşilden sarıya, kahverengi, kızıl, mora dönüşün bütün tonları.. Nasıl bir renk cümbüşüdür Tanrım, doğanın yarattığı.. Rüzgâr yaprakları birbirine vuruyor.. Duyulan tek ses bu hışırtı..
Ve de..
Ve de uçuşan yapraklar.. Havada.. Yerde..
Tepeden, duvarlardan birer ikişer düşüyorlar..
İşte biri daha düştü.. Biri daha.. Biri daha..
O. Henry'nin Son Yaprak'ı geliyor aklıma..
Niye geliyor ki?..
Sonbahar güzel.. Çok güzel.. Ama niye bu kadar hüzünlü..
Benim içimdeki yapraklar birer birer sararıp düşüyorlar da, ondan mı?..
(26 Ekim 2003'te yayınlandı.)