1960'lı yılların sonlarında bir yıl.. Her yıl olduğu gibi Erdek yollarına düşmek üzere gün sayıyorum.. 60'lı yılların hepsinde, her yaz Erdek'te tatil yaptık, dostlarla.. Erdek bitti, benim tatillerim de bitti. Bir daha yıllık izin falan yapmadım. Çünkü insanı bunaltan sıcağı ile Akdeniz yazları bana göre değil. Güzleri de bana göre değil, çünkü el ayak çekiliyor. Çünkü boşalıyor.. O zaman da bana hüzün geliyor. Oysa ben insanı severim.. Deniz kenarında bir restorana gidelim.. Saygılarından bana denize karşı sandalyeyi ikram ederler. Oysa ben sırtımı veririm denize.. İçeriyi, insanları görmek için.. Erdek'te harika yazlar yapardık. Gündüz yan, yüz, kömür gibi ol.. Ama gece yorgana sarılmadan yatamazsın.. Böyle bir doğal klimalı cennettir Erdek.. Ama mevsimi kısa olunca.. En iyi zamanı iki ay.. Bodrum'la rekabet edemedi..
Orda Güney'in kampı var.. Hey koca Güney.. Biz mahruti çadırlarda kalırdık. Gecesi 20 lira.. Kahvaltı ve iki öğün yemek dahil.. Ağaç dalları ve sazlardan yapılmış barakalar daha da püfürdü, ama pahalı.. 35 lira.. Nerde bizde o para..
20 lira dediğinizi bugünün gençleri anlamaz.. 2 dolar yani.. Ama bugünün iki doları değil. O zaman devlet bize 200 dolar verirdi. Giderdik Almanya'ya.. Bir hafta yeme içme, otel parası.. Ailedeki herkese, eşe dosta hediyeler, kendimize de, paltolu, takım elbiseli alışverişlerin hepsine yeterdi bu 200 dolar.. 2 bavul doldurur dönerdik. Paranın bereketine bakın..
Her yıl Güney'i seçmemizin bir sebebi canlı müzik.. Bizim Dünya Kampı'nda her gece kamp orkestrası çalardı.. Savaş solist.. Atilla davulcu.. Öyle olunca dans imkânı var.. Kızların elini tutmanın çapkınlık sayıldığı günlerde her gece sarılmak bir de.. Ve de canlı müzik olunca, civar kampların gençleri de bize gelirdi. En güzel kızlar etrafımızda olurdu.
Şimdi bu tatil için gün sayılmaz mı?.
Cuma gecesini dar ettim ve Ankara'dan Erdek otobüsüne bindim.. "Kampları dolaşır" yazıyor önünde.. Bu bile önemli.. Garajdan kampa 2 lira taksi parası bile önemli çünkü..
Güney'in devreleri 15'er günlük.. O yıl ne işim çıktı bilmem. Ben ilk haftayı kaçırdım. Bizim çete önden gitti.. Sabah'ın beşi falan.. Horozlar yeni öterken Dünya Kampı'nın önünde durdu otobüs.. Baktım, bizim çete eksiksiz orda..
Bre aman.. Bunlar sabahın köründe beni karşılamak için kalkmadılar.. Bir hinlik var bu işte..
Varmış..
Efendim kampta üç harika kız varmış.. Bizim oğlanların üçü de bu kızlardan birine abayı yakmış.. Ama kızların gözü dünyayı görmüyor.. Neyi görüyor?.. Orkestrada üç yakışıklı var, onları.. Geliyor sahneye en yakın masaya oturuyor, gözlerini orkestraya dikiyorlar, kimseyle de dans etmiyorlar..
Eee..
Eeee'si şu.. Kampta bir efsane yapmışlar ki, cumartesi günü Hıncal geliyor.. Hıncal kim?.. Dünyanın en büyük falcısı.. Tüm Mülkiye, Hukuk ve Dil Tarih kantinlerinde efsane.. Baktığı bütün fallar hem de nasıl çıkıyor.. Bu yüzden kızlar peşinde, ama Hıncal'a kabul ettirmek zor. Çok nazlı bakar..
Bir hafta beynini yıkamışlar herkesin..
Bana diyorlar ki, her şey benim elimde.. Şimdi bu gece, bu kızlar mutlak bana gelecek fal için.. Uzun süre nazlanıp nihayet kabul edeceğim.. Ondan sonra öyle bir bakacağım ki, bu üç kız gözlerini orkestradaki yavuklulardan ayırıp etrafa bakacaklar ve bizimkileri görünce "İşte falda çıkan hayırlı kısmet" diyecekler..
Yaz aşkları güzeldir.. Güzel yaşanır, güzel unutulur.. Çocukların hali öyle acıklı ki, kabul ettim..
Akşam yemekte gerçekten herkesin gözü bende.. Yemek bitti, kahveler ısmarlandı ve kapanmaya başlandı. Göz ucuyla bakıyorum, sahneye yakın masada oturan üç kız da kapadı..
Avlar tuzağa geliyor..
Ben arkamı döndüm o masaya.. Çocuklar da beni yalnız bıraktı ki, gelip otursunlar.. Az sonra üç kız tepemde bitti, ellerinde üç kapalı fincan.. Breh.. Bizim delikanlılar nasıl beyin yıkamışlar ki..
Naz ettim, niyaz ettim.. Sonunda "Madem bu kadar önemli, ben asıl güzel iskambil falı bakarım" dedim.. "Şurdan bir deste isteyin.."
Başladım kâğıtları birer birer açmaya.. Anlatıyorum.. Ne anlatıyorum.. Maymun iştahlı yaz aşkları değil.. Önlerine kalıcı bir kısmet çıkacak.. Hem de öyle bir kısmet ki, yılbaşını bulmadan evlenecekler..
Herbirine başka laflar buluyorum, ama işin özü bu.. Peki kim bu hayırlı kısmet?.. Bizim oğlanlar tam karşımda oturuyor. Her kıza, onunkini tarif ediyorum..
"Orta boylu.. Kıvırcık saçlı.. Tıknaz.. Gözleri kahverengi.." Yani tarif böyle olur..
Ne mi oldu?.. Hikâye... Üç güzel gözlerini orkestradaki üç yakışıklıdan ayırmadılar. Bir hafta geçti. Kamp bitti, Ankara'ya döndük..
Bizim fal fiyasko..
Yani öyle sandık..
Allah sizi inandırsın. Kasım ve aralık aylarında üç nikâh daveti aldım.. Bizim kızların üçü de art arda evlendiler.. Kimlerle mi?.. Yok canım.. Orkestradaki oğlanlar da değil, bizim çete de.. Ama herbirinin bulduğu koca, tam benim tarif ettiğim adam..
"Orta boylu.. Kıvırcık saçlı.. Tıknaz.. Gözleri kahverengi.."
Bre bu ne iş?..
Böyle fal çıkar mı?. Bu kadar haince kurulmuş bir tuzak yolunda söylediklerim nasıl fal olur?.. Söyleyene değil, söyletene bak bile denmez. Çünkü söyletenler bizim hergeleler..
Peki nasıl oldu bu iş?..
Kızları öyle inandırdım ki, dönüşlerinde hep tarif ettiğim adamı kendileri aradılar ve buldular, o mu acaba?..
Marifet falda mı, falcıda mı, söyleyin bakalım?..
(5 Ekim 2003'te yayınlandı)