Ayşe (Bizim Ayşe.. Özyılmazel) harika bir gazetecilik yapmış.. Didem Erol'la konuşmuş.. Neresi harika.. Ortaya çıkan sonuç..
Açık saçık belli oluyor ki, kıza atfen söylenen ve bu söylenenlere dayanarak yazılanların çoğu asılsız, eksik, yanlış, saptırılmış.. Nerden bakarsanız, ayıp gazetecilik..
Bugünün hastalığı da değil.. Hep böyleyiz.. Ucuz, kolay sansasyon ve reyting avcılığı.
Sabah'a yeni geldiğim günlerdi. Sabah gazeteyi açtım. Spor sayfasında manşet..
"Mustafa Denizli 'Galatasaray Türkiye'nin Mercedesidir' dedi.."
Açtım hocayı.. "Yahu sen üşütük müsün?.. Zaten millet sana saldırmak için bahane arıyor. Bu Fener medyasına bu silah verilir mi?.." Güldü Hoca.. "Yahu asıl sen manyak mısın?. Ben böyle laf eder miyim?." Sonra kahkahayı bastı.. "Ederim, ederim.. Mercedes bana milyonlar öder, altıma son model bir araba çekerse.. Böyle laf bedava edilir mi?."
Gazeteye geldim. Spor servisi benim odanın karşısında.. Haberi yazan arkadaş da orda.. Telefon ettim "Bana gel bir çay içelim" diye.. Geldi..
Haberini gösterdim. Mustafa Hoca'nın söylediklerini anlattım. "Bu yalan haber nerden çıktı" dedim..
Anlattı delikanlı..
Sayfayı erkenden çizmişler. Tepeye de kocaman bir Mustafa Denizli resmi koymuşlar. Akşam Florya'da idman var. Galatasaray muhabiri gidecek, hocayla konuşacak, manşet haberi çıkacak.. Bizim delikanlı gitmiş ki, Hoca idmanı iptal etmiş. Florya'da kimseler yok. Eli boş dönmüş.. Dönmüş de hocanın koca resmiyle hazırlanmış sayfa ne olacak?.. (O zamanın teknik imkânları, resimlerin önceden hazırlanmasını gerektiriyor, yoksa baskı yetişmiyor.. Ne günlerdi.) Sayfayı hazırlayan spor şefi oturmuş bu haberi kafasından uydurup yazmış. Bizimkinin de imzasını atmış..
"Hıncal Ağbi 'Gık' desem kovarlar.. Ekmek parası" dedi.. Yutkundu.. "Turgay Ağabey (Şeren) şimdi hocanın bu lafına fena halde giydiren bir köşe yazısı yolladı.." "Hemen kaptanı ara.. Durumu anlat. Yeni yazı yazsın" dedim. Fırladı gitti.
Sonuç.. Turgay'ın yazısı aynen yayınlandı. O delikanlı da kısa bir süre sonra kovuldu.
Şimdi iş böyle kurulmuş.. Palavra haberi yazıyor, sonra da o habere ertesi günlerde yorumlar ekliyoruz. Böylece okur, haberin doğruluğuna iyice inanıyor.
Didem, Ayşe'ye laflarının nasıl saptırıldığını ayrıntılarıyla anlatmış..
Bana anlatmasına gerek yoktu aslında. Çünkü ben Didem'i de, magazin medyamızı da tanıyorum yakından..
Didem, lafını sakınmayan, ölçüp biçmeyen, olanları gizlemeyen rahat bir kız.. Yıllardır tanırım, severim, zaman zaman gezerim de.. Çünkü hoş arkadaştır, vaktiniz hoşça geçer.. İkincisi.. Günümüze mesela operaya, klasik konsere, baleye benimle gelecek, keyfimi paylaşacak kız arkadaş bulmak zor. Oysa Didem bunlara bayılıyor gerçekten ve de fevkalade kültürlü bir kız, milletin sandığının ve sunmaya çalıştığının aksine..
Bir klasik konserden çıktığınızda, senfonideki flüt soloyu konuşabiliyorsunuz mesela..
Boxer dergisine o pozları veren, okur oylarıyla ülkenin en seksi kadını seçilen birinin böyle bir kafa taşıdığına kim inanır?.
Peki, Didem'le ilgili o palavralar yerine, o elbisesi az kızın kafasının içinin ne kadar çok olduğunu anlatan yazılar, daha merakla, keyifle okunmaz, daha güzel gazetecilik olmaz mı?..
Olur da o zor.. Dersine iyi çalışacaksın, uğraşacaksın.. Bin zahmet..
Öteki.. Masa başında salla..
Ayşe, Türk magazin medyasının yıllardır çizdiği bir Didem Erol portresinin ne kadar yanlış olduğunu ortaya çıkardığı için harika gazetecilik yaptı..
Gazetecilik dersi verdi..
***
Bir de not: Didem'in Hollywood'da oynadığı filmleri anlatmasını da alayla karşılayan gazetecilerimiz (!) var. Sinemanın en önemli kaynağı İnternet Movie Database'e girsinler. "Didem Erol" yazıp tıklasınlar. Orada kızın adına bir sayfa açıldığını ve o sayfa ve eklerinde o filmlerin hepsinde oynadığı görülecektir.