Olimpiyat ruhunu, Olimpizm Felsefesini o kadar güzel anlatmış ki, Mehmet Yazman adlı okurum, "Bu satırları kızım için yazmıştım" diye yolladığı mektubunda..
"Tüm çocuklarımız için" diyerek, aynen sütunlarıma aldım..
Modern Olimpiyatların kurucusu Baron de Coubertin, "Hayatta önemli olan şey, zafer değil, yarışmaktır. Aslolan kazanmak değil, iyi mücadele etmektir" demişti.
Olimpiyat tarihinin kazananlar kadar, kaybedenlerin de kahramanlık efsaneleri ile dolu olması, bu sözlerin içi boş bir hamasi laf olmadığının kanıtıdır.
Söz Mehmet'te..
***
Finish'e 10 metre kala bitmiş tükenmişti, haddizatında boğulmak üzere idi.
Olimpiyat tarihinde ilk defa bir kurtarma ekibi olimpik havuza atlayıp, bir olimpiyat yüzücüsünü kurtarmakla yüz yüzeydi. Seyirciler hayret, saygı ama biraz da dehşet duygularıyla, kendi ülke yarışmacılarını dahi desteklemedikleri bir coşku içinde avaz avaz haykırıyordu... Ve spor basınının müstehzi bir şekilde taktığı "Yılan balığı" lakaplı Eric Moussambani son bir güç ve hırs ile son kulaçlarını da atıp 100 metre serbest yarışını 1 dakika 53 saniyede bitirdi.
Ekvator Ginesi'nin Sydney 2000 Olimpiyatları'na gönderdiği 11 sporcudan biri olan "Yılanbalığı" Eric yüzmeyi olimpiyatlara katılmadan 8 ay önce, ülkesinde bir otelin 20 metrelik yüzme havuzu ve köpek balıkları ile kaynayan Atlantik Okyanusu sularında öğrenmişti ve Sydney öncesi hayatında hiç 50 metreden fazla yüzmemişti.
Ama elinin duvara değdiği o an, Moussambani'in olimpik kariyerinde altından daha değerliydi.
Kış sporları hiçbir zaman İngilizlerin kuvvetli olduğu bir branş değildi... Ve kendisine "Kartal" lakabı takılmasının, konma konusundaki başarısı ile yakından uzaktan bir ilgisi yoktu. "Konması" yani uçtuktan sonra yerle temas etmesi bir faciaydı... Zira havada süzülürken şişe dibi kalınlığındaki gözlük camları buğulandığından yaklaşan pisti göremiyor, görse ve başarı ile konsa bile, 45 derece eğimli iniş pistini bir türlü çözemiyor, Albatros misali düşüp yuvarlanıyordu.
Ne var ki atlama kulesinden kayakları kesildiği anda bir kartal gibi süzülüyordu.
Eddie Edwards İngiltere'yi bir olimpik kayakla atlama müsabakasında temsil eden ilk yarışmacıydı. 1988'de bu branşta ülkesi adına katılmaya hak kazandığında, otoriteler hem hayret hem de dehşet içindeydiler. Seçilmesinin tek sebebi başka hiçbir İngiliz'in başvurmamış olmasıydı. Calgary 1988 kış olimpiyatlarında 56 müsabık arasından 55'inci oldu... 56'ncı diskalifiye olmuştu. Ama aldığı en büyük yaraları 45 derecelik iniş pisti değil de, kendisi ile görünmek bile istemeyen diğer müsabıklar açtı. Ne var ki, mütevazı ve sempatik karakteri ile olağanüstü cesur atlama stili, halkın ve basının kalbini kazanmaya yetmişti. Bu popülaritesi ve olimpik bir müsabakaya bu kadar kolay hak kazanması, sonradan ters tepki yarattı, ve "Kartal Eddie Kuralları" olarak Olimpiyat literatürüne de geçen, çok daha sıkı katılım kurallarına yol açtı...
Ülkelerinde sıcaklık artı 20 derecenin altına düştüğünde alarma geçilir. Ayrıca içlerinden hiçbiri o güne kadar kar yüzü görmemişti. Ne var ki Jamaika ikili ve dörtlü kızak ekibi Calgary 1988 kış olimpiyatlarına katılmayı kafaya koymuştu bir kere. Dayanılmaz tropik sıcak, düşük kaliteli malzeme, amatör ve gelişigüzel bir antrenman stiline rağmen Calgary 1988'in en ilgi çeken ve unutulmayan olayı olmayı başardılar. Bütün dünyayı şoke eden "en hızlı bloklardan fırlama" performansının gerisi ne yazık ki gelmedi ve hafızalardan silinmeyecek bir devrilme olimpik rüyalarının sonu oldu. Ne var ki, o ana kadar, olimpiyat tarihinde hiçbir ekip, bu ölçüde seyircilerin kalbini kazanmayı başaramamıştı. 1994 Norveç'teki Kış Olimpiyatları'nda işin rengi değişmişti ve artık gariban bir ekip olmak bir yana, saygı duyulan bir rakip mertebesine yükselmişlerdi... Ve de feriştahı ile çatır çatır yarıştılar. İtalya ve İsviçre gibi favorilere nal toplatarak dünya onuncusu oldular. Bugün bile, dünyadaki her türden insan ve kuruluş, hâlâ bu muhteşem ekibi örnek tutmakta ve onlardan ilham almaktadır.
Yılanbalığı Eric.. Kartal Eddie.. Jamaika Kızak Ekibi..
Bazıları olimpiyat ruhu ile alay ettiklerini, sporu kötüye kullandıklarını ve sporcu karakteri ile bağdaşmadıklarını iddia ettiler ve etmekteler. Ben o görüşte değilim.
Benim için onların... 1968 Mexico City Olimpiyatları'nda maraton yarışı esnasında bacağından ciddi şekilde sakatlanıp, bacağı sargılar içinde acıdan kıvranarak, gecenin bir yarısı Olimpiyat stadının kapıları kapanmak üzereyken yarışı bitiren ve kendisine yarışı neden bırakmadığını soran gazeteciye "Ülkem beni buraya yarışa başlamam için göndermedi. Bitirmem için gönderdi" diyen Tanzanyalı maraton koşucusu John Stephen Akhwari'den...
veya...
1992 Barcelona Olimpiyatları'nda, atletizm 400 metre yarı finalinde yarışı açık ara ile önde götürürken finişe 175 metre kala baldır adalesi kopup, son 120 metreyi tribünlerden piste atlayan seyirci babasının omuz vermesiyle topallayarak gözyaşları ve acı içinde; stattaki 65 bin kişinin, televizyondan seyreden milyonların aynı şekilde göz yaşları ve destek çığlıkları içinde tamamlayan; İngiliz 400 metre favorisi Derek Redmond'dan...
... en ufak bir farkları yok.
Saygı ile ve her hatırladığımda tüylerim ürpererek onları hak ettikleri şekilde anarım...