Aslında ikisi de abartmışlar biraz.. Yüksel Aytuğ, gazetemizin televizyon eleştirmeni göklere çıkarmıştı, coşku içinde.. Atilla Dorsay, sabahın en kıdemli yazarlarından, sinema kurdu eleştirmenimiz ise "Los Angeles'te müsamere" diye yerin dibine sokmuştu..
İkisini de okuduğumda filmi görmemiştim daha.. Şimdi gördüm ve Yüksel'in yanında yer alıyorum..
Bir defa film, film gibi film.. Öyle "Müsamere" diye ilkokul düzeyine indirilecek bir komiklik falan değil. Beğenir, beğenmezsiniz ayrı.. "İyi" ya da "Kötü" dersiniz.. O da ayrı..
Ama elde film gibi bir film var..
İyi çekilmiş, iyi anlatılmış.. Görüntüleri, müziği, aklınıza gelen her şeyiyle film gibi film yani..
Ama ötesinde, Atilla da Sezar'ın hakkını Sezar'a vermiş gerçi ama, bir satırla geçiştirmiş.. Ortada Nehir Erdoğan'ın olağanüstü oyunculuğu var, Yüksel'in "Oscarlık" dediği..
Oscarlık mı bilmem, ama Nehir'in bu filmdeki performansı, devam fırsatı ve imkânı bulursa, yakında adını Oscarlıklar arasına yazdıracak kadar umut verici..
Müthiş, ama müthiş oynamış bizim Nehroş!..
Neden "Bizim Nehroş?.."
Nehir, biz Tele-Pazarcıların kızı bir bakıma.. İzmir'den Marmara Üniversitesinde İşletme okumaya gelmiş, ama aklında ille de "Tiyatro, konservatuvar, sanat yatan" küçük kızı, sahne ışıklarının altına ilk sokan Tele-Pazar oldu. Orada asistan sunucu olarak işe başlattık.. Her Salı yaptığımız "Acımasız" eleştiri toplantılarının en dikkatli, hatta not alan dinleyicisiydi.. Kaç kez gözyaşlarını saklamaya çalıştığını bilirim, yanlışlarını dinlerken.. Ama yılmadı. O eleştirilerin kendisi için yapıldığının, o toplantıların aslında bir ders olduğunun bilincindeydi..
TRT'de yayınlanan Tele-Pazar ona TRT'nin dizisi Koçum Benim'in de kapısını açtı..
Bir yıl sonra Nehir, dizinin yıldızı, Tele-Pazar'ın da artık Ali Kocatepe ile birlikte ana sunucusuydu..
Ona tüm ekip Nehroş derdik.. Herkesin sevgilisiydi, İzmirli küçük kız.. Bizim Nehroş ordan..
Tele-Pazar bitti.. (Bu arada, çok yakında tekrar başlıyoruz, hemen hemen ayni ekiple, Kanal 1'de bu defa..) Koçum Benim de bitti, ama Nehir kaynağından aşağı akmaya başlamıştı bir defa.. Diziler.. Filmler.. Ve de sonunda işte bu, Hollywood serüveni..
Meleğin Sırları'nın (Broken Angel) uyarlandığı Rüzgarlı Şehir, Tülay Pırlant'ın romanı.. Goa yayınlarından çıkmış.. İngilizcesini ilerletmek için Los Angeles'a (LA) giden bir kızın günlükleri esas olarak alınmış bir biyografik roman.. Esasında LA'de tutunmaya çalışan Türk kolonisinin de öyküsü sayılabilir..
İlginçtir, Nehir de İngilizcesini ilerletmek ve sahne/perde sanatı dersleri almak için Los Angeles'a gitmişti bir ara, aynen Ebru gibi, babasını kaybettikten sonra.. Romanın kahramanı gibi günlük de tutardı..
Ne varki güçlü yapısı devamında yollarını ayırdı Ebru'yla.. Roman/Filmdeki kız tepetaklak sokaklara düşerken, Nehir hem de LA'de tek başına sağladığı çevreyle böylesi bir zafere ulaştı. "Geri döneceğim" diye haykırıyor adeta ayrıldığı Melekler Şehrine..
Filmi başından sonuna ilgiyle izledim. Zaman zaman temponun çok düştüğü, yavaşladığı, sahnelerin sakız gibi uzadığı bölümler olmadı değil. Daha başarılı bir kurgu ile filmi hızlandırmak, sürenin gereksiz sarkmasını önlemek mümkündü.
İlk yarısı fevkalade giderken, ikinci yarıda amiyane "Türk filmi" görüntüsüne biraz fazla bürünmesi de eleştirilebilir.. Ama Nehir filmden kopmamıza izin vermedi.
Meleğin Sırları, Nehir'in çizdiği olağanüstü kompozisyon için izlenmeli, en azından.. Özgü Namal'ı Mutluluk'ta izlerken gurur duymuştum.. Nehir'i izlerken heyecanım katlandı.. Bir müthiş genç oyuncu daha geliyor, sinemamıza.. Üstelik bu ikinci çorbada, işin en başında bir tutam tuzumuzun olduğunu bilmenin keyfi de başka..
Kutlarım Nehir!..