Oscar'ı Crash aldığı zaman sevinmiştim. Ödülü hak ettiğini düşünüyordum, ama o zaman Capote'yi henüz görmemiştim.. Şimdi Capote'ye haksızlık ediliği fikrindeyim.
Bennet Miller diye adını ilk kez duyduğum bir yönetmen (ki zaten ilk filmiymiş) harika bir film çıkarmış ortaya..
Ben bu kadar yavaş gittiği halde gerilimi bu kadar yukarda tutan bir film daha izlediğimi hatırlamıyorum. Yanlış anlamayın. Bu gerilim filmi falan değil. Gerilen sizin beyninizin içi.. Düşünceleriniz, meraklarınız, sinirleriniz..
Ve de Philip Seymour Hoffman diye bir adam.. Bugüne dek ufak tefek rollerde izleyip pek de hatırlamadığımız tombul oyuncu..
Truman Capote'yi oynamak için tam 20 kilo vermiş.. Ve de değmiş.. Hoffman sinemanın en unutulmaz performanslarından birini sergiliyor.. Film bir gazetecilik dersi ile başlıyor..
New York nire?.. Kansas'ın, Kansas'ta bile bilinmeyen minnacık bir köyü nire..
Bir yanda İstanbul, öte yanda, diyelim Van'ın adı duyulmadık bir köyü..
New Yorker dergisi yazarı Capote, bir sabah gazetede, bu ücra köyde işlenen bir cinayet haberini okuyor ve olayın peşine düşmeye karar veriyor..
Bir cinayet yazısı nasıl planlanır, nasıl yazılır, adım adım izlerken, bir yandan da düşünüyorsunuz..
"Biz gazeteciliğin neresindeyiz?.."
Capote içine girdikçe olayın basit bir cinayetin çok ötesinde olduğunu seziyor.. Öyle çok şey görüyor, öğreniyor, öyle sayfalar dolusu not alıyor ki, elindekilerin bir dergi yazısına sığmayacağını görüyor ve bu defa, yaşanmış bir romana çevirme kararı veriyor..
İn Cold Blood, (Soğukkanlılıkla) Tiffany'de Kahvaltı yazarının en ünlü romanı oluyor. Kısa zamanda akıl almaz satış rakamlarına ulaşıp, yazarına milyonlarca dolar kazandırıyor. Amerikan edebiyat tarihinde, böylesi bir hızın örneği yok..
Film sadece romanın yazılmasını değil, Capote'nin yaşamını da anlatıyor.
Capote'nin ikilemler, çıkmazlar içinde bir hayatı var.. Dışlanmış bir çocukluk.. Ezilmiş.. İtilmiş.. Eşcinsel eğilimli.. Yalnız.. Ama New York'un en yüksek sosyetesinin gülü.. Çılgın partiler, geceler, kulüplerde herkes etrafında.. Yalnız adam, ilgi merkezi..
Kansaslı katillerin mahkemede kötü savunulduğunu düşünüyor.. Onlara en iyi avukatları buluyor.. Nerdeyse ipten kurtaracak hale getiriyor.. Ama çıkmazda.. Asılsınlar mı, kurtulsunlar mı istiyor, bilemiyor.. Çıkmaz bunalım getiriyor..
Bir yandan Capote'yi izlerken, öte yandan Bennett Miller ustaca bir anlatımla, paralel polisiye öyküye kilitliyor sizi.. Cinayet gecesi o ücra köyün çiftlik evinde neler oldu? Her şey adım adım, ama çok yavaş atılmış adımlarla ilerken, siz nefesinizi tutup perdeye bakıyorsunuz, normalde sıkıntıdan patlamanız, hatta ufak ufak kestirmeniz mümkünken..
Hoffman dışındaki oyuncular da çok iyi.. Yakın arkadaşı Nelle Harper Lee (Bülbülü Öldürmek yazarı kadın, Hani Gregory Peck'e Oscar getirmişti filmi) rolünde Catherine Keener müthiş.. Pinokyo'nun vicdanı gibi, Capote'nin yanı başında.. Filmin açılış sahnesinde "Sen bir zavallısın" deyişi var. Capote'nin hava basmak için hamala para verip kendisini öven sözler söyletmesi üzerine..
Finalde de "Gerçek şu ki, sen onların kurtulmasını istemedin" deyişi..
Kasaba şerifinde de Chris Cooper nasıl ileri fırlıyor olduğu sahnelerde..
Capote, müthiş bir film.. Tadına vararak seyretmeniz gerek.. Havanızı bulduğunuzu hissettiğiniz bir günde gidin derim..
Ama gidin.. Kaçırılacak film değil!..