O dünya güzeli Çin restoranda nefis bir yemek yiyip, hemen altındaki harika bahçeli İtalyan lokantasını da gezdikten sonra, dışarı çıktık, Başkan Yılmaz Büyükerşen ile..
Bir anakent belediye başkanı ile sokakta yürüyoruz, Ünal, Kazım ve ben.. Etrafta görünen tek görevli ara sıra resimlerimizi çeken bir delikanlı.. Onun dışında ne koruma, ne eskort, ne başka bir şey.. Tanıyanlar koşuyor.. Kimi bana sarılıyor, kimi Başkan'a.. Bir genç kadın "Ben Almanya'da yaşıyorum.. Bu güzellik orada yok" diyor.. Bir başkası "Ben Kanada'ya yerleştim başkanım.. Orada atıkların yok edilmesi sistemini size anlatmak isterim" diye anlatıyor, coşkuyla.. Tam bir sevgi halesinin içindeyiz..
Nasıl sevmesinler..
Eskişehir tarihi ikiye bölünmüş nerdeyse.. YB'den evvel.. YB'den sonra..
O Porsuk çayı, o Eskişehir'in sel belası, şimdi olmuş bir güzellik.. Bir sert ırmak nasıl ıslah edilir, gidin görün..
Porsuk'un iki yanı Eskişehir'in ortasından akıp giden bir park.. Yürüyüş yolları.. Ağaçlar.. Çimenler.. Çiçekler.. Banklar.. Dünya şirini köprüler..
..ve heykeller..
..ve heykeller dostlar.. Ve heykeller.. Ben bu ülkede bu kadar heykelli kent görmedim.. Aklınıza gelen her şeyin heykeli var.. Heykeli şehrin dili yapmışlar adeta..
"Hadi gel köyümüze geri dönelim" heykeli.. "Porsuk'u kirletmeyelim" heykeli..
At heykeli, aslan heykeli, balık heykeli.. Her köşe başına, her meydana, her kurumun önüne, her köprünün başına bir heykel dikiyorlar..
Nasıl?..
Eski otobüs garajını, heykel atölyesi yapmış belediye.. Durmadan heykel döküyorlar.. Eskişehir yaşayan bir heykel sergisi sanki..
Porsuk olmuş Venedik.. İçinde minik gezi gemileri.. Biniyor, dolaşıyorlar.. Bize el sallıyorlar, mutlu.. Biz cevap veriyoruz, daha mutlu..
Şehir insanı başkanı ile bütünleşmiş..
Onu içinde, yanında görmeye alışmış..
Porsuk'u bıraksalar akşama kadar dolaşırım..
Başkan "Vakit az, görecek yer çok" dedi.. "Şimdi Covent Garden'a gidiyoruz.."
Covent Garden.. Londra'nın simgelerinden.. Tarihi bir pazar yeri..
"Haller Gençlik Merkezi" diyor kapıda.. Bre Aman.. Paris'in Les Halles'ine mi geldik yoksa..
Aynen öyle.. Girişte resimler var.. Eski leş, felaket sebze ve meyve hallerinin yerinde şimdi, bu aynen Covent Garden gibi bir avlunun etrafında çevrelenmiş dükkanlardan oluşan Haller Gençlik Merkezi var.. Cafeler, restoranlar, kitapçılar, el sanatları satanlar, boncukçular.. Vitrini görünce "Ah Marla ah.." dedim.. Yıllar önce Marla (Bir Çift Yürek) Morgan ile Londra'da buluşmuştuk.. Tam iki gün boncukçu aradık. Komşusu evde oturup, kolye, bilezik falan yaparmış, ama boncuk bulamazmış.. Amerika'da yok, iyi mi?.. Marla'ya ısmarlamış.. Londra'da da yok.. Sonunda bir avuç bulduk da, ne sevindi kadın?.. Burda yüzlerce çeşit.. Kazım "Yahu benim kızım da böyle şeyler yapar. Bana verin" dedi..
"Hangilerinden" dedi, dükkancı kadın..
Kazım "Hepsinden" deyince şaşırdı kaldı.. Vallahi yüzlerce çeşit, yaklaşık iki kilo boncuk aldı, Kazım.. Amerika'ya girerken "Kaçakçı" diye tutarlar, ya da bu boncukların yeni bir terör silahı olup olmadıklarını incelemeye kalkarlarsa şaşmam..
Haller, tıklım tıklım dolu. Gençlik orda.. "Yepyeni Eskişehir'in sırrı bu" dedim ya.. 30 bin üniversiteli genç.. Onlar için yerler..
Biz Mazlumlar'a oturduk.. Eskişehir'in en eski muhallebicisi Mazlumlar.. Sonunda işi bırakmış, dükkanı kapamış Baba Mazlum.. Haller yeni şeklini alırken, oğullarını buldurmuş Başkan.. "Gelenek devam edecek" demiş.. Kabul ettirmiş, yeniden açtırmış.. Şeker hastası olduğumu unuttum, bir saldırdım.. Hele bir su muhallebisi vardı, çocukluğumdan kalma.. Haytalya derdik.. Enfes.. Bütün tatlılar gibi o da enfes..