Sevgi Amerikan Hastanesi'nden bildiriyor... Şu anda saat sabaha karşı üç civarı. Hakikaten erenlerim yanı başımdalar. Hani sağda müsait bir yerde ölesim var. A pardon hastanede ne işim olduğunu anlatmadım. Öhö öhö....
Şimdi düz taban Sevgi geçen hafta sonunu Bodrum'da geçirme planları yapmıştı. Aman da aman önüme gelene nispet yaptım. "Ay şekerim üç gün manitamla Bodrum sahilleri çatlayın artık" filan.
Cuma öğleden sonra millet işte sürünürken biz Bodrum'a vınlamaca. Tabii Sevgi gider, el bakar kıyamet ondan kopar. Benimki dakika bir gol bir jetskiye binecek. Gencim, hızlıyım, gazlarım hesabı son sürat gidiyor. Küt jetskiden uçmaca, bileği üç yerden kırmaca.
Apar topar hastane, derken ilk uçak İstanbul ve ameliyat.
Şu ilk uçak İstanbul durumu çok canımı sıktı. Altı aylık çiziktirme hayatımda çok şükür benim de bir Türk Hava Yolları (THY, Hıncalım kızmasın!) yazım oldu. Şimdi manitamın acil ameliyat için İstanbul'a dönmesi gerekti ya, hah o yüzden ne yaptık? THY'yi aradık. Durum doktor tarafından bildirildi. Raporumuz, tekerlekli sandalyemiz ve dize kadar alçımızla uçağa iki saat kala bilet kontrolüne geldik.
Yer hostesi, gözleri bozuk değilse, durumu, raporu, sandalyeyi falan gördü. Ben de özellikle ayağını uzatması gerektiğini belirttim. "Merak etmeyin, sizi en arkaya oturttum, ilk de siz uçaktan inersiniz" dedi.
Dedi de hiç öyle olmadı. Hastamıza en arka cam kenarı daracık yer verilmiş. Yanımdaki adamın önü boştu, oraya geçti ki bizimki ayağını uzatsın. Velhasıl kahpe kader son anda yerin sahibi pırtladı. Ekonomi sınıfında yer yok. Yürüdüm birinci sınıf cephesine. Yani yanımdaki adama yer bulsak yırtacaz. Bu arada hostesler Fransız.
Birinci sınıfta en az beş boş koltuk var. Vaziyeti izah ettim; yer hostesinin bize ne dediğini. Umduğumuzu değil, bulduğumuzu yiyemeyeceğimizi. Ameliyata gittiğimizi falan. Baş hostesten cevap, "Burası birinci sınıf, orası ekonomi, oradan buraya bir yolcu geçiremem".
Hoppa, doğu-batı Almanya sanki. Yaaa, şu satırlardan tüm THY (talihsiz hava yolları) personeline sevgiler. Bu ne hizmet, bu ne anlayış. Zaten İstanbul'a varınca da az kaldı uçakta kilitli kalacaktık, hani ilk biz çıkacaktık yaaa... Tövbe tövbe.
Neyse şu anda Amerikan'dayım işte. Ya bu sabah hastanenin kapısında bir kız "Ben yapayalnız kaldım" yakarışlarıyla ağlıyor. Kardeşini kaybetmiş. Yumurta topuklu, ekose gömlekli babası yancılarıyla çıkıp. "Kes zırıldamayı" buyurdu. Vay kansız vay.
Sonra yanda bir teyze kanser, karşıdaki amcanın kalbi var. Asansörde yeni doğmuş bebiş gördüm. Duygu yoğunluğu yüksek yerler şu hastaneler. Bir anda dibe vurup, bir anda sevinebiliyorsunuz.
Eğer sağlıklıysanız da her halinize şükretmeyi öğreniyorsunuz. Tabii hastaneden çıktıktan on beş dakika sonrasına kadar. Sonra "Ay göbeğim çıktı", "Çok çalıştım yorgunum", "Bana niye arım balım peteğim demiyoo" diye sersemce hayıflanmaya devam.
Her şeyin anasını satacaksın. Yakacaksın bir sigara, koyacaksın bir kadeh şarap, aya- ğını da uzat... ve keyfine bak. Hani mesela yanii.
e-mail: sevgunluk@yahoo.com