Bir elinde sigara.. Dumanı içeri üflüyor, yolcuların üzerine tabii.. Kış günü.. İçeride ondan fazla insan var. Umurunda değil.. Çünkü onun dünya umurunda değil.. Çünkü o minibüs şöförü denen prototipin temsilcisi..
Ben böyle yazınca kızanlar var.. Kızmasınlar.. Farklı minibüsçüler de var tabii.. Ama geneli bu.. Kural tanımaz.. İnsan tanımaz.. Saygı, sevgi tanımaz..
Barbaros Bulvarı'nın en dibinde en sağa yanaşmış.. İndi bindi yapıyor.. Sonra, sola geçmesi gerek.. Çünkü soldan dönüş köprüsü hemen oracıkta.. Tehlike yaratmadan, en sağdan, en sola geçmesi aslında mümkün değil.. Çünkü neredeyse dolu dolu akan yolu, tam diklemesine geçmesi gerek..
Aynen bunu yapıyor işte.. Hızla sola atak yapıyor.. Akan tüm arabaların üzerine basıyor.. Bizim yolumuzu öyle pervasız kesiyor ki..
"Ben geliyorum. Yol benim.. Başının çaresine bak.." ifadesi.. Güç bela sıyrılırken pervasızlığına bakıyorum..
Bu kadar tehlikeli araba kullanırken, tek eli direksiyonda.. Ötekinde sigara..
Bu dönüş, tehlike kavşağı.. Hepsi en sağa yanaşıyor. Sonra hepsi büyük bir hızla en sola atak yapıyorlar..
Trafik polisi mi?..
Orada polis molis yok..
Galiba bir anlaşma var..
Hergün, her an, bu kadar kritik, bu kadar kalabalık, bu kadar merkezi bir tehlike ortamında polisin yok olmasını başka nasıl yorumlarsınız?..
Barbaros'un dibi dağ başı.. Buranın kralı da minibüsler..
Gelin de İstanbul'u kurtarın bakalım!.