Öyle bir gazete olacak ki, hep sizin hoşunuza gidecek şeyleri yazacak.. Hoşunuza gitmeyen haberler girmeyecek. Yorumlar yapılmayacak..
Böyle bir gazete olur mu?..
Olur.. Adınız Rockefeller ise olur. Bastırırsınız parayı.. Bir gazete yaparlar tam da sizin keyfinize göre.. Hatta pembe kağıda basarlar.. Her sabah gazetenizi elinize alır ve pespembe bir dünyanın haber ve yorumlarını okursunuz..
Baba Rockefeller'in böyle bir gazetesi vardı. Her gün bir tek tane basılan..
Eğer iki gazete satmak istiyorsanız, en az bir okuru rahatsız etmeyi göze almanız lazım.. Yüz binler, milyonlar satma ise niyetiniz, o zaman yüz binleri milyonları rahatsız etmeyi göze alarak, sadece ve sadece bu mesleğin temel ilkelerini bilmeniz ve uygulamanız gerekir.
Savaş Ay, Cem Karaca'nın eşi ile Edip Akbayram arasında geçen bir konuşmayı yazdı. Kıyamet koptu.. "Vay efendim bunu nasıl yazarsın, niye yazarsın?.."
Dikkat buyurun "Bu haber yalan.. Böyle bir konuşma olmadı" diyen yok.. "Konuşma tamam da niye yazdın" var..
Böyle bir gazetecilik olur mu?.. Haberi alacaksın. Hem de ilginç olduğunu bileceksin.. Ama "Bunu yazarsam Edip ve onun hayranları üzülür" diye yazmayacaksın..
Gazetecilik, hatta bazen bağrına taş basıp doğruları yazmaktır.
Frank Sinatra ve Dean Martin, Cem ile Edip'in dostluğunu bin katlar yakın arkadaş idiler. Küs gittiler. Önce Dino öldü.. Ölmeden önce bin haber gönderdi Frankie'ye.. Frankie affetmedi. Gitmedi. Sonra bir gün ölüm haberini aldı. Yıkıldı. Hatta "O da üzüntüsünden gitti" diyenler de oldu. Ben iki dost arasında olup bitenleri, ikisinin de son yıllarında Amerikan medyasında okudum.. Kimse de çıkıp "Bunları niye yazıyorsun" demedi.. Doğru haber alan kamuoyu da kendi kararını verdi. Kimileri Frankie'ye hak verdi, kimileri "Ölüm döşeğinde küslük mü olur" diye kızdılar.. Bitti gitti..
Siz de olayı bilir ama yazmazsınız.. Sizin bileceğiniz iş.. Ama yazana tepki göstermek.. İşte bu çok büyük bir gazetecilik ayıbı..
Bir başka gazetecilik ayıbını Hakkı Yalçın yaptı.. Takvim'de..
"Hıncal Uluç Sabah binasının yanında park eden araçları uyardı diye, trafik ekipleri gazete çalışanlarının park ettikleri otomobillerine ceza kesiyor.
Herkes Hıncal Uluç kadar talihli değil, gazetenin otoparkına otomobili alınsın.."
Yani Hıncal Uluç, İstanbul'un her yanındaki trafik rezilliklerini yazacak, ama Sabah'ın etrafında olup bitenlere göz yumacak..
Sabah'ın yanındaki iki şeritlik dar yola hem de duble park edip giden arabanın plakasını yazmıştım. Dörtlüleri yakınca kural ihlal etmek serbest diye bir kural var(!) ya.. Meğer atv Genel Müdürü Fatih Edipoğlu'nun makam otosu imiş.. Ben kendi arabamın plakasını yazdım bu köşede.. Ertesi gün ceza makbuzu geldi. Çatır çatır ödedim.. "Sen de ödeyeceksin ve şöförüne diyeceksin ki, 'Bu kentte kimsenin arabası ayrıcalıklı değildir..' Bir daha böyle bir ayıp yapmayacak" dedim Fatih kardeşime..
Ele talkını verip salkımı yutmak yok Hakkı Kardeş.. Gazeteci örnek olmak zorundadır.. Yanı başımızdaki sokakta trafik kirlenmesini görenler "Kendi evinin önünü temiz tutamayanlar ülke sorunlarını mı çözecek" diye gülmezler mi?.
Gazetecinin, yanı başındaki kebabçı dükkanı garsonundan ne farkı var.. Onun arabasına yasak.. Gazeteci arabasına serbest..
Böyle bir şey yok Hakkı.. Bunu öğrenene kadar da "Ben gazeteci oldum" deme sakın..
Kendi arabamı, atv Genel Müdürü'nün arabasını yazamazsam, başkasının plakasını hangi vicdanla yazarım Hakkı?.. Sen hangi vicdanla yazarsın..
47 yıllık gazeteci Hıncal'a bir otopark yerini de çok görme.. Ben senin yaşında iken, gazeteye belediye otobüsü ile gider gelirdim. Basın kartımı gösterdiğim için bedava idi.. Otobüs de gazete kapısında durmazdı tabii.. Ankara'nın sıfır altı 15 soğuğu ve diz boyu karında, ayaklarımız sırılsıklam kaloriferi yanmayan binaya gelir, donmakta olan ayak parmaklarımızı ovarak ısıtır, cebimizde getirdiğimiz yedek kuru çorapları giyerdik..
Arabanı bir alt sokağa park et Hakkı.. Bi zahmet poponu kaldır, üç adım yürü.. Yürümek üstelik faydalı.. Millet yürümek için fitness salonlarına milyonlar veriyor..
Benim yaşıma gelince, gazeteden sana da bazı kolaylıklar sağlarlar, merak etme..
***
Sabah'ın etrafında kuş uçurmayan trafik polislerini kutlarım. Yazdığım yer, mahalle arası sokağı değil.. Bir arter.. Barbaros Bulvarı'ndan, Fulya ve Gayrettepe'ye ordan gidiliyor.. Başka yol yok.. Buraya Başbakan arabası bile park edemez.
Geçen gün Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna gelmiş gazeteye.. Eskortlar falan.. Gazete önünde Beşiktaş'a inen anaarterin bir şeridini kapadılar ve trafiği sıkıştırdılar..
Başkanın da suçu var.. Bizim de var..
Gazete önünde, indi bindi için bir cep var.. Hergün yüzlerce kişinin girip çıktığı her binanın önüne lazım böyle bir cep aslında. Bizde durum uygun var.. Var.. dı.. Bombalar patlayınca, bizim de ödümüz patladı.. Ele talkını verdik.. "Terörle savaşın yolu, hiçbir şey olmamış gibi olağan yaşama devam etmektir" dedik. Kendimiz salkımı yutup, bu cebi beton saksılarla iptal ettik.. Hani bomba yüklü kamyonlar binanın dibine gelmesin.. Şimdi inen binenler İstanbul'un en anaarterinin bir şeridini gün boyu yok ediyor.
Peki önlem ne?..
Nasrettin Hoca'nın türbesi.. Bir defa kazandığımız 1.5 metre binayı kurtarmaz.. İkincisi binanın yarısı bizim. Yarısı İş Bankası.. Cebin yarısı bankanın ve o yarı açık.. Yani bomba kamyonu gene yanaşır isterse.. O zaman bu ne?.. Bu göstermelik korku ne?.. İşe yaramaz önlem için, Sabah trafiği kilitleyebilir mi?. Yan sokakta Hakkı'nın arabasını park ettirmeyen polisler, bu saksıların farkında değil mi?.
***
Medya dördüncü güçtür. Gazeteci, ülkenin ve halkın sorunlarına çözüm üretmekle görevlidir. Kendisi sorun yaratmamak şartı ile.. Haberleri ve yazıları, kendi keyfi içinde kaleme almaksızın.. Keyfe göre habersel ve fikirsel sansür uygulamadan..
Bilmem anlatabildim mi, dostlarım, Hıncal'ın niye seveni kadar nefret edeni var?..