Seçimlerden bir kez daha büyük bir zaferle çıkan ve üç seçimdir hem kazanan, hem de oylarını artırarak iktidarda kalan Türk siyasi tarihinin ilk partisi AK Parti'nin başarısı Washington'da son bir haftadır yankılanıyor. Hem düşünce kuruluşlarında yapılan birçok panel ve konferansta, hem de Amerikan basınında çıkan birçok yazıda AK Parti'nin başarısı ve bunun arkasında yatan nedenler uzun uzun ele alındı. Öte yandan Amerika açısından Türkiye'yi son günlerde gündeme sokan en sıcak konu seçimler değil Suriye. Türkiye'nin Suriye politikası ve Başbakan Erdoğan'ın bu konudaki her sözü mercek altında.
Genel tepkiler son derece olumlu. Başbakan Erdoğan'ın Şam'a karşı sert bir tavır alması, yakın dostu Beşar Esad'a karşı sabrının artık taşmakta olduğu yönünde değerlendiriliyor. Mesela Başbakan Erdoğan'ın seçim öncesinde ATV'ye konuşurken "kardeşlerimizi vahşice katlediyorlar, sonra utanmadan fotoğraf çektiriyorlar" sözleri ve "Maalesef Esad ailesi, özellikle de Mahir Esad insani davranmıyor" ifadesini kullanması Washington'da büyük yankı uyandırdı. Amerikalı yetkililer, duygusal bir insan olan Başbakan Erdoğan için Suriye'de yaşananların aynı zamanda kişisel bir hayal kırıklığı boyutu olduğunu düşünüyor. Zira Suriye Türkiye için sadece Ortadoğu'ya açılan bir siyasi ve ekonomik entegrasyon kapısı değildi. Başbakan Erdoğan için Beşar Esad aynı zamanda bir abi-kardeş ilişkisi kurulmuş bir liderdi. Erdoğan eninde sonunda kardeş Suriye'nin Ankara'dan gelecek tavsiyeleri dinleyeceğini umuyordu.
Amerika'da yapılan başka bir gözlem de Ankara'nın Suriye ile yaşanan göçmen sorununun uluslararası bir kriz boyutuna ulaşmaması için çaba gösterdiği yönünde. Türkiye bu meseleyi kendi istediği şekilde yönetmek istiyor. Öte yandan her gün artan sığınmacı sayısı nedeniyle durumunun ne kadar hassas olduğu ortada. Türk Dışişleri Bakanlığı'nın Washington ve Ortadoğu'daki büyükelçilerini toplu halde Ankara'ya çağırması yaşanmakta olan krizin boyutlarını açıkça gösteriyor. Şüphesiz Türkiye'nin en büyük kaygısı, Suriye'de halen sınırlı şekilde devam eden halk hareketlerinin kitlesel boyuta dönüşmesi ve rejimin bunu kanlı şekilde bastırması. Zira bunun sonrasında kontrol edilemez bir Alevi-Sünni çatışması çıkacaktır. Böyle bir durumda on binlerce değil yüz binlerce Suriyelinin Türkiye'ye göçmesi söz konusu olacaktır.
Peki, durum bu şekilde gelişirse Türkiye ne yapar? Son günlerde Washington'da tartışılmaya başlayan senaryo "tampon bölge" kurulması.Eğer göçmen sayısı 100 binler seviyesine gelirse böyle bir tampon bölgenin Türkiye tarafından Suriye toprakları içinde kurulması olasılıklar dâhilinde. Peki, bu tampon bölge askeri güç kullanmadan kurulabilir mi? Eğer cevap "hayır" ise bu Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Suriye topraklarına girmesi anlamına geliyor. Bu durum da beraberinde ciddi riskler taşıyor. Zaten tüm bu konuları konuşmak için Türk Dışişleri alarm halinde. Daha iyimser olasılık Beşar Esad'ın reformlara başlaması. Yani bir bakıma Türkiye'den gelen tavsiyelere kulak vermesi.
Önümüzdeki bir iki gün içinde Esad bir konuşma yapacak. Muhtemelen bazı reformlar vaat edecek. Ama reform vaat etmekle bu reformları yerine getirmek arasında ciddi fark var. Esad ciddi şekilde köşeye sıkışmış durumda. Reformlar gerçekten başlasa rejimin zayıfladığı sinyallerini alacak olan halk daha fazlasını istemek için daha güçlü şekilde sokağa dökülebilir. Mısır'da aynı durum yaşandı. Mübarek rejimi de böyle vaatlerde bulunmuştu ama halk tatmin olmadı. Öte yandan "taviz vermeye başlarsam, her şeyi kaybederim" mantığıyla hareket edecek bir rejim de aynı şekilde tepki toplayacak. Sonuç olarak ne yapılırsa yapılsın daha da büyüyen bir halk hareketi ile karşıya kalabilir Beşar Esad. İşte diktatörlerin korkulu rüyası ve en büyük ikilemi bu. Beşar Esad'ın bu korkulu rüyası önümüzdeki haftalarda Ankara'nın uykusunu kaçırmaya devam edecek.