Çocukluktan ilkgençliğe adım attığım yıllar...
Gündemimde ilk sırayı şiirle sinema paylaşıyorlar. Gideceğim filmi oyuncularına bakarak seçiyorum. Errol Flynn, Gary Cooper, Humphrey Bogart'sa tamam. Figüranına kadar hepsiyle akrabayım sanki.
Yönetmenin ne yaptığını bilmiyorum. Yazan yazmış, oynayan oynamış, çeken çekmiş... Bu "rejisör" ya da "directed by" ne işe yarar, aklım ermiyor. Zaten afişlerde bile adı geçmiyor. John Ford'muş, Michael Curtiz'miş, umurumda bile değil.
Gazetelerde, dergilerde yönetmenin önemini vurgulayan tek satır yok. Varsa yoksa yıldızlar... Rita Hayworth'ların, Joan Fontaine'lerin, Ann Sheridan'ların koca koca fotoğrafları... Bırakın günlük gazeteleri, sinema dergilerinde bile film eleştirisi hak getire. Arada bir Sezai Solelli eleştiriye benzer birkaç satır çiziktiriyor, o kadar. Kırk yılda bir de Oktay Akbal.
Basınımızda düzenli film eleştirisi galiba Tuncan Okan'la başladı. Gazetedeki haftalık köşesinde görüşlerinden çok, filmlere verdiği yıldızlar konuşulurdu. Tek yıldız berbat! Dört yıldızsa şaheser!
***
Sinema eleştirmenliğini ülkemizde
"yerleştiren",
"ciddiye aldıran" kişi
Atilla Dorsay oldu. Atilla, aydın kimliğinin, bilgi birikiminin, sinema sevgisinin yanına sabrı, direnci, emeği de ekledi, yedinci sanatı önemseten bir yazar olarak belirdi.
Çalışkanlığı beni hep şaşırtmıştır. Kitaplarının sayısını belki kendisi de unutmuştur.
Önümde şu günlerde peş peşe yayımlanan üç kitabı duruyor:
Dorsay'ın Penceresinden (Remzi Kitabevi),
Hindistan Sıcağından Norveç Buzuluna (Turkuvaz Kitap),
Sinemayı Yazan Adam (Söyleşi: Rıza Kıraç, Say Yayınları).
Eskiden
"seriyal" filmler vardı.
"36 Kısım Tekmili Birden" diye oynatılırdı.
Dev Adam,
Casus Kıran,
Yüzbaşı Amerika gibi... Atilla'nınki de öyle. Bir ayda üç kitap... Tekmili birden.
***
Dorsay'ın Penceresinden'in alt başlığı
"Kültür ve Sanat Dünyamızdan Portreler".
Cahide Sonku'yla başlayıp
Şahin Dilbaz'la (daha doğrusu Dilbaz'ların salonuyla) sona eren 50 portre. Arada
Türkan Şoray'lar,
Hülya Koçyiğit'ler,
Cüneyt Arkın'lar,
Onat Kutlar'lar,
Lütfi Akad'lar,
Yılmaz Güney'ler,
Yıldız Kenter'ler,
Sezen Aksu'lar var... Genellikle üçer-dörder sayfada son derece yalın çizgilerle, ama ayrıntılar göz ardı edilmeden çizilmiş portreler...
Anlatılan kişilerin bir bölümü bugünün gençleri için
"yabancı". Bu açıdan bakarsak, kitabın onlar için bir kaynak olduğunu da söyleyebiliriz. Elbette bizim kuşaklar da kimbilir neler hatırlayarak keyifle okuyacaklar.
***
Hindistan Sıcağından Norveç Buzuluna bir gezi kitabı. Atilla'nın daha önce okuduğum
Yaşam ve Ölüm Kentleri'yle başlayan gezi notlarının ikincisi.
"Hep gitmek isteyip de sonunda gidebildiği ülkeler"i anlatıyor Atilla. Bir yazar gibi değil, karşılıklı oturup kahve içerken sıcak anlatımıyla sizi çeken, ilginç ayrıntıları önünüze seren
"hoşsohbet" bir dost gibi.
Kitabın sonunda Antep'e ve
Nakıp Ali'nin adına rastlamak beni ayrıca duygulandırdı.
***
Üçüncü kitap
Sinemayı Yazan Adam.
Rıza Kıraç'ın yaptığı uzun (yaklaşık 300 sayfa) söyleşiden oluşuyor. İzmir'de başlayan yaşam serüvenini anlatıyor Atilla. Kıraç, sunuş yazısında
"Bu kitabı sadece Atilla Dorsay'la yapılmış bir söyleşi kitabı olarak görmenizi istemem," diyor.
"Bu kitapta sinemamızın yakın tarihini, medyadaki değişimi, özellikle gazetesindeki kültürel, politik farklılaşmayı, Milliyet, Sabah, Yeni Yüzyıl gibi gazetelerin sinema yazınına nasıl bir değer verdiğini ya da nasıl değer vermediğini göreceğiz. Ve Fransız kültürüyle büyümüş, Cumhuriyet kuşağından bir aydının hayatının özeline, pişmanlıklarına, sevincine, dostluklarına, aşklarına ve sanata bakışına tanıklık edeceğiz."
Kitabı çok sevdim. Özellikle, yakın geçmişte Türk sineması üzerine yapılan (kimi anlamsız) tartışmaların kulisine ilişkin renkli saptamaları keyifle okudum.
Sinemayı Yazan Adam bir anılar kitabı. Bu tür anı kitaplarını seviyorum. Dünyanın kaderini değiştiren büyük olayların perde arkalarını anlatan "hatırat"lar beni çekmiyor da, gündelik yaşamları anlatan yalın, şamatasız fırça darbelerinden geçmişe ilişkin çok daha fazla şeyler öğreniyorum.