Kimbilir kaç yıl olmuş onu yitireli... Hani bazı insanlar vardır, görünce bir mutluluk kaplar içinizi. O da onlardan biriydi.
1960'ların ortası. Tiyatroculuk dönemim... Nâzım Hikmet'in Ferhat ile Şirin oyununun provalarına başlayacağız. Bir sonraki oyunumuz Yaşar Kemal'in Teneke 'si. Bu yüzden, Yaşar sık sık uğruyor tiyatroya. Günün birinde bir delikanlıyla geldi. "Alın," dedi, "eti sizin, kemiği benim."
Şükrü Üstün'dü delikanlı. Çok önceden tanışıyorduk. Adana'dan. Çok, gerçekten çok sevdiğim bir insandı. Kötülük nedir, bilmezdi. Doğup büyüdüğü Toroslar'daki pınarlar gibi duruydu yüreği. Şiir yazardı. İstanbul'a taşınmış. Yaşar'ı bulmuş. Yaşar da elinden tutup tiyatroya getirmiş.
O gün işe başladı. Ferhat ile Şirin 'de kısa bir rol verildi kendisine. Okuma provasından sonra arkadaşlarla tanıştırdım onu. Biraz hoşbeşten sonra, "Bakın," dedi, "ben sahnede gülmem. Onun için, sakın güldürmeye çalışmayın beni."
Tamam! Bir define bulmuştuk! İnsan durup dururken, "Sahnede gülmem," der mi!
Gerçekten de kendini tutamıyordu. Oyun sırasında gözlerine değil, kaşlarına baksan bir gülümseme yayılıyordu yüzüne. Omuzuna dokunsan basıyordu kahkahayı.
Bu yüzden, benden çok çekti sevgili Şükrü.
***
Aramıza katıldığı hafta Elhamra Tiyatrosu'nun karşısındaki sokakta tek odalı bir "daire" tuttuk kendisine. Aldığı üç kuruş maaş ancak ona yetiyordu. Sobası bile yoktu. Ama yakındığını hiç görmedim.
Günün birinde oyundan önce geldi. "Yahu," dedi, "benim eve hırsız girmiş."
"Bana bak," dedim, "doğru söyle... Ne bırakmış?"
Güldü. "Vallahi o da benim gibi zilmiş anlaşılan. Bırakacak bir şeyi yokmuş garibin."
Haftada bir İskender kebabı yerdi. Tiyatroya gelirken yandaki kebapçıya uğrar, siparişini verir, oyunun başında kısacık rolünü oynadıktan sonra çırağı beklemeye başlardı.
Bir gece kebap erken geldi. Çırak tepsiyle kulise girdiğinde Şükrü sahnedeydi. Şöyle bir çevresine bakındı çocuk; "Ağabey nerede?" dedi.
Sahne arkasına inen merdiveni gösterdim. "İn aşağıya, ışıklar altında oturuyor, göreceksin," dedim.
Çırak, elinde tepsiyle merdivenin başında kayboldu. Kebabı gerçekten sahneye götürüyor! Bir gümbürtü koptu aşağıda. Sahne amirimiz Muhsin Kurtaran, bir de bakmış ki, beyaz önlüklü biri, elindeki tepside İskender kebabı, sanat dünyasına adımını atmak üzere... "Manyak mısın sen?" diye bağırarak ensesine yapışmış hemen. Tepsi bir yana, çocuk bir yana!
***
Teneke'de sahnenin kenarına gelirdi Şükrü. Kulise doğru bağırarak uzun uzun konuşurdu. O sahnede merdivenlerden inip karşısına dikilirdim. Seyirci beni görmezdi. Ama Şükrü sahnedeydi. Bir metre ötesinden bin türlü şaklabanlık ederdim ona. Gülmemek için ne yapacağını bilemezdi. Bıyıklarını kemirir, mosmor kesilirdi. Ama kendini tutamaz, gülerdi.
Sonunda merdivenleri inmeye üşenir oldum. Kuliste, "Bir dakika," derdim arkadaşlara. "Şükrü'nün sahnesi. Güldüreyim."
Oturduğum yerde ayaklarımı yere vururdum. Şükrü, aşağıda, sahnede, "Ülkü beni güldürmeye geliyor," diye düşünür, her keresinde basardı kahkahayı.
***
Palto'da, Kurban'da, Zilli Zarife'de de birlikte oynadık. Zilli Zarife' nin bir sahnesinde, sivil polis rolündeki Ege Ernart, randevu evini basıyor, odaların kapısını açıp müşterileri yaka paça dışarı çıkarıyordu.
O müşterilerden biri de Şükrü'ydü. Odadan çıkınca, "Ben erkek bir adamım, ağabey. Geldim, bir kadınla içeri kapandım," diye söze başlıyor, uzun bir tirad atıyordu.
Elhamra Tiyatrosu'nun tuvaletlerine bakan bir kadın vardı. 3000 yaşlarında, kambur bir kadın. Bir gece Ege'ye de, Şükrü'ye de belli etmeden aldım onu, kadın oyuncuların makyaj odasına götürdüm. "Bunu bir güzel giydirin," dedim. "Makyaj da yapın."
Bir süre sonra o sahne geldi. Ege randevu evini basıp kapıyı açtı. Odadan Şükrü çıktı. Söze başladı. "Geldim, bir kadınla içeri kapandım"a sıra gelince, kapıyı aralayıp bizim tuvaletçi madamı sahneye ittim.
Şükrü'nün birlikte "içeri kapandığı" kadın!.. Ege de, Şükrü de kalakaldılar. Sonra madamı tanıdılar!
Madam da ne oyuncuymuş meğer! Şükrü'nün koluna girdi, yanağından makas almaya başladı. Bizim iki oyuncu sahneyi güç tamamladı.
***
Oyunculuk serüveninden yıllar sonra yolda yürüyordum bir gün. Arkadan omuzuma bir el yapıştı. Başımı bile çevirmeden, "Şükrü!" diye bağırdım. Döndüm. Şükrü. Kucaklaştık. Devlet Tiyatrosu'na girdiğini, evlendiğini, baba olduğunu söyledi. Mutluydu. Gözlerinin ışıltısı daha diriydi.
"Haberin olsun," dedi gülerek, "eve hırsız girerse çalacak birşeyler bulur artık."