Hafta içinde genç bir yazar aradı. Yabancı bir dergi için soruşturma yapıyormuş. "Yaşayan en büyük Türk yazarı kimdir sizce?" diye sordu. Tek ad istedi sadece.
Hiç duraksamadan söyledim:
"Yaşar Kemal."
***
Yaşar Kemal, benim için çağımızın en büyük yazarlarından biri. Sadece yazarlarından biri mi? O, aynı zamanda, tanıdığım insanların belki de en yüreklisi, en duygulusu, en seveceni, en berrağı. İlkgençlik yıllarımda Antep'te tanışmamızdan bu yana yargım hiç değişmedi. Dostu olmaktan her zaman onur duydum.
Ama, adım gibi biliyorum, birçok yazarımız, "Evet," der, "Yaşar Kemal büyük bir sanatçı. Onun gibi iri yarısı nerede var?" Sonra da dünyanın en büyük esprisini patlatmanın keyfiyle kahkaha atar.
Bu yazarlardan biriyle konuşuyorduk. Yaşar Kemal'in İnce Memet' ten sonra bir şey yazamadığını, her kitabıyla geriye gittiğini söylüyordu. Ben de, budala gibi, Yaşar Kemal'i savunuyordum. "Budala gibi" diyorum, çünkü kısa sürede, yazarımızın Yaşar Kemal'den okuduğu tek kitabın İnce Memet olduğu ortaya çıktı. Kendisi de bunu itiraf etmek zorunda kaldı; ama okumadığı kitapları yerden yere vurmaktan hiç de utanmışa benzemiyordu.
Sözü hemen değiştirip Nobel'e getirdi. Yaşar Kemal'in bu anlı şanlı edebiyat ödülünü bir türlü alamadığını söyledi.
Yine budala gibi, Churchill'e verilen edebiyat ödülünün bir yazar için hiçbir anlam taşımayacağını, bu ödülü alırsa, Nobel'in Yaşar Kemal'e değil, Yaşar Kemal'in Nobel'e bir şeyler kazandıracağını söyledim. "O, ödülünü zaten okurlarından aldı," dedim.
***
Yayınevi yöneticiliği yaptığım yıllardı. Bir gün, benden yaşlı iki yazarımızla yayınevinde çene çalıyorduk. İkisi de yazılarını, kitaplarını keyifle okuduğum yazarlardı. Ünlüydüler. Ödüller almışlardı.
Derken onlardan daha ünlü bir başka yazarımız geldi. "Merhaba" bile demeden, "Bizim Kürdün canına okumuşlar!" diye gürledi. Ardından bir kahkaha patlattı.
Odaya müthiş bir canlılık yayıldı birdenbire. Öteki iki yazarımız ayağa fırladı. Gülerek, "Yapma yahu! Ne olmuş?" dediler.
"Mutlu haber" i getiren yazar, onları merakta bırakmadı:
"İngilizin biri bir kitap yazmış. Taa İngiltere'den Asya'nın doğu kıyısına yaptığı uzun tren yolculuğunu anlatmış. Harika bir kitap. Her ülkede tanıdığı insanları anlatıyor. Bu arada, İstanbul'la ilgili bir bölüm var. 'Sultanahmet'te dolaşıyordum,' diyor. 'Birdenbire omuzuma bir pençe yapıştı. Ayı pençesi gibi bir şey. Dönüp baktım, iri yarı, bir gözü kör bir herif! Adının Yaşar Kemal olduğunu, yazarlıkta Dostoyevski'yi bile solladığını söyledi.' Böyle yazıyor. Sonra da uzun uzun dalga geçiyor bizim Kürtle."
Üçü de kahkahalar atıyordu şimdi.
"Rezil oldu! Harika bir kitap. Yeni okudum. Müthiş bir şey."
Kitabın adını biliyordum. Publishers Weekly dergisinde ilanı çarpmıştı gözüme. Ama kapağını bile görmemiştim.
"Biliyorum," dedim. "Paul Thoreaux'nun The Great Railway Bazaar kitabı. Okudum."
Yazarımızın gülümseyişi dudaklarında donuverdi.
Bir an sustu. Sonra, "Vallahi," dedi, "ben okumadım kitabı. Okuyanlar öyle anlattılar."
İşte o zaman, "Keşke bu üç yazarı da tanımasaydım," diye düşündüm.
"Antep'te yaşıyor olsaydım... Onların yazdıklarını okurken ne büyük keyif duyardım... Artık yapıtlarıyla kişiliklerini ayırmak hiç kolay değil!"
***
Bir de, keyifli bir olay anlatayım. Yaşanırken değil de, anılırken keyifli bir olay...
1960'ların başıydı sanırım. Cağaloğlu'nda, Hüsamettin Bozok'un Yeditepe dergisinde oturuyorduk. Yanılmıyorsam, Kemal Özer'le Adnan Özyalçıner vardı odada. Bir de bizden yaşlı, ünlü bir şair-denemeci.
Kapı açıldı. Yaşar Kemal girdi. Ellerimizi sıktı. Şair-denemeciye uzattı elini.
(Şimdi burada bir parantez açmalıyım. Şair-denemeci, Cumhuriyet gazetesine bir roman göndermiş. Romanı yayımlanmamış. Yayımlanmasına Yaşar Kemal'in engel olduğunu düşünmüş. Yaşar Kemal'in ise böyle bir romanın varlığından bile haberi yoktu.)
Evet, Yaşar Kemal, şair-denemeciye elini uzattı. Ama şair-denemeci, onun elini, kendi elinin tersiyle itti. Yaşar Kemal'in eli havada kaldı bir an. Sonra bütün ağırlığıyla şair-denemecinin tombul yanağına indi!
Korkunç tokatı yiyen şair-denemeci, iskemlesinden düşüyordu ki, Yaşar Kemal onu yakaladığı gibi açık pencereye sürükledi. Öfkeden gözü kararmıştı. İkinci kattan aşağı atacaktı onu.
Artık nasıl olduysa, odanın karşı duvarından pencereye doğru Antepli bir Superman gibi uçtum. Yine Antepli bir Koca Yusuf gücüyle, beline sarılıp Yaşar Kemal'i çektim.
Bütün bunlar bir an içinde oldu. Yaşar Kemal bu olayı anlatır bazen. Yanındakilere beni gösterir. "Bu herif olmasaydı taa o zaman hapse girecektim," der. Yine de hayıflanmadan edemez. Bana döner. "Ulan Antepli! Sen olmasaydın o namussuzu ne güzel gebertecektim!"