Aslında "sürüyor" değil, "hiç bitmiyor" demem daha doğru olurdu belki. Neredeyse her gün bir ödül haberi alıyoruz.
Ödüllere inanmıyorum. Aldığım ödüllerden, benim de katıldığım Seçiciler Kurulu toplantılarından sonra hiç inanmıyorum.
Çiçeği burnunda yazarlardık; a dergisi'ni çıkarıyorduk. İlk kitaplarımızı yayımlıyorduk. Ünlü bir şairimiz günün birinde bir öğüt vermişti bize. "Bu iş böyle olmaz," demişti. "Kitaplarınızı sırayla çıkaracaksınız. Her yıl biriniz bir kitap yayımlayın. Biz de ödüllerinizi o sıraya göre veririz. Birbirinizi yemezsiniz."
Yine aynı şairin, bir Seçiciler Kurulu toplantısında, "Ödülü filancaya verelim. Gerçi kitabı pek güzel değil; ama kış geliyor, evine kömür alsın," dediğini de biliyorduk.
Birkaç Seçiciler Kurulu'nda yer aldım. Gönderilen bütün yapıtları okuyan tek kişi tanıdım: Orhan Hançerlioğlu. Benim bulunmadığım kurullarda durum başkadır belki. Onu bilemem.
***
İlk ödülümü 1944'de, ilkokul birinci sınıfta aldım. Öğretmenim Mediha Yalım, nedenini şimdi hatırlamıyorum, beni bir Kumbara dergisiyle ödüllendirmiş, derginin kapağına da beni öven birkaç satır yazmıştı. Yıllarca sakladım o sayıyı. Sonra Kumbara dergisinin arşivine armağan ettim.
Lise yıllarında başka ödüller izledi bunu. Şiir yarışmalarında birincilikler filan...
İlk "ciddi" ödülüm ise Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü'ydü. Edith Hamilton'dan Mitologya çevirim için verdiler bu ödülü. Doğrusu hiç beklemiyordum. Bir süre önce, yöneticiler Türk Dil Kurumu'na üye olmamı istemişler, bana bir dilekçe yazdırmışlardı. İlk toplantıda da üyelik başvurumu geri çevirmişlerdi.
Bu olaydan birkaç gün sonra ödül verdiler bana. Tiyatroda oyunculuk yapıyordum o sırada. Mevsim açılmamıştı. Provalardaydık. Elhamra Pasajı'ndaki berberde tıraş olurken postacı bir telgraf getirdi. Ödül aldığım bildiriliyor, tören için Ankara'ya gitmem isteniyordu.
Keyiflendim. 500 lira aylık aldığım bir dönemde ödülün "manevi" değerinden çok, verecekleri 2000 lira ilgilendiriyordu beni. Tiyatrodan izin alıp atladım otobüse.
Törenden sonra bir odaya alındım. Önüme bir dilekçe uzatıldı. Kurum'a üyelik başvurusu.
"Daha geçen hafta başvurumu geri çevirdiniz," dedim. Dilekçeyi imzalamadım.
Yıllar sonra Dağlarca'nın üstelemelerine dayanamayacak, Türk Dil Kurumu'na üye olmak için başvuruda bulunacaktım. İlk toplantıda benimle birlikte birtakım avukatlar, doktorlar üyeliğe kabul edilecek, dilimizin ustalarından dört yazarın başvurusu geri çevrilecekti. Olacak iş değildi bu. O gün istifa ettim.
***
Şiir alanında "Yeditepe Şiir Armağanı" yla ödüllendirildim. İçime Çektiğim Hava Değil Gökyüzüdür kitabı için. Para ödülü yoktu. Ama Yeditepe adını taşıyan bir ödülü almak beni mutlu kılmıştı.
Öykü dalında Cumhuriyet'in "Yunus Nadi Ödülü" nü verdiler. Alleben Öyküleri kitabıma.
Bu ödülün keyfini çok daha sonra yapılan bir törende çıkaracaktım. "Gaziantep Eğitim ve Kültür Derneği" yöneticileri, Antep'le ilgili öykülerden oluşan kitabım ödüllendirildiği için bir yemekli toplantı düzenleyecek, 100'den fazla Anteplinin imzaladığı, son derece değerli bir teşekkür mektubu verecekti bana.
Bir keresinde de Macaristan Büyükelçiliği'nden bir mektup aldım. Macaristan Kültür Bakanı'nın Türkiye ziyaretinde bana "Endre Ady Ödülü" vereceklerini bildiriyorlardı. Ankara'ya gidip ünlü Macar şairinin adını taşıyan bu ödülü aldım. Ama doğrusu istenirse, bana bu ödülün niye verildiğini hala anlamış değilim. Bugün olsa, nedenini sorarım, ondan sonra alırım ya da almam.
Almadığım bir ödül de oldu. "Avni Dilligil Ödülü" . Filumena çevirim için
"layık" görülmüştüm bu ödüle. Ama Seçiciler Kurulu'nun, bütün oyunları izlemediğini çok yakından biliyordum. Gidip ödülü almayı içime sindiremedim.
Başka ödüller de oldu... Hepsi evde, bir dolabın içinde. Ama Antep'ten,
"anayurt" umdan aldığım ödüllerin ayrıcalığı, başka bir sıcaklığı var.
En değer verdiğim ödül ise, bir çocuk kitabıma, Tele Yunus'a verilen ödül... Küçücük bir plaket. Neden mi değer veriyorum bu ödüle? Çünkü Seçiciler Kurulu çocuklardan oluşmuştu. O yıl yayımlanan kitapları okumuşlar, oylarını benim yazdığım kitap için kullanmışlardı. Bunu yaparken ne önyargıları, ne birtakım beklentileri vardı. Yazarları tanımıyorlar, arada bir onlarla buluşup kafa çekmiyorlardı!