TÜYAP'ın İstanbul Kitap Fuarı 25. yılını yaşıyor. 1982'deki ilk fuara 28 yayınevi katılmış. Bu sayı şimdi 500. Elbette dudak uçuklatacak bir gelişme.
Bu yıl fuarın onur konuğu Doğan Hızlan . 50 yıllık bir edebiyat serüveninin hakça değerlendirilmesi. Sevgili Doğan'ı kutluyorum... Düzenlemede onun da payının bulunduğu ilk Kitap Fuarı'nı hatırlayarak.
***
Edebiyatçılar Birliği 1960'ların başında bir Kitap Sergisi açmayı kararlaştırmıştı. "Fuar" lık halimiz yok, üye yazarların yapıtları sergilenecek, bir köşede de meraklısına kitap satışı yapılacak. Belediye ile görüşüldü, Harbiye'de, şimdi İstanbul Şehir Tiyatrosu Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin bulunduğu yerdeki Sergi Salonu bir haftalığına kiralandı.
Birliğin en genç üyeleri olduğumuz için, bütün yük a dergisi takımının üstünde. Kemal Özer, Adnan Özyalçıner, Onat Kutlar, Doğan Hızlan, bir de ben kolları sıvadık. Ne yapacağız peki? Sergiyi hazırlayacağız. Ara Güler'den yazarların büyük boy fotoğraflarını alacağız, yayınevlerinden kitap toplayacağız, onları sergi salonuna götürüp bir şeyler yapacağız işte.
İşin hamallık yanı kolay. Asıl sorun Ara'dan fotoğrafları koparabilmek. Ne zaman evine gitsek, "Yarına hazır," diyor Ara, gönlümüzü almak için de boyuna fotoğraflarımızı çekiyor. Sonunda, Yeditepe yayıncısı Hüsamettin Bozok'un da yardımıyla, "yarınlardan bir gün" o iş tamamlandı. Kaptık fotoğrafları, doğru sergi salonuna. Kitapları zaten taşımıştık. Kolları sıvayıp düzenlemeye giriştik.
Yan yana panolar vardı. Her panoya bir yazarın fotoğrafını asıyor, altına da kitaplarını sıralıyorduk.
Sıra Eflatun Cem Güney'in fotoğrafına gelince yanımızda yazarın kendisi beliriverdi. Köşesinin nasıl düzenleneceğini merak ediyordu sanırım. Eflatun Bey dünyanın en yakışıklı insanı sayılmazdı doğrusu. Ayrıca, Ara da onu Robert Taylor gibi göstermek için hiç mi hiç çaba harcamamıştı.
Fotoğrafı asarken tepemizde bir kahkaha patladı ansızın. Baktık, bir delikanlı. Parmağıyla fotoğrafı göstererek katıla katıla gülüyor. Bir ara gülmeyi kesti, "Surata bak!" diye bağırdı. "Drakula mı desem, Frankenştayn mı... Karanlıkta görsem kalpten giderim."
Daha da uzatacak. Eflatun Bey'e döndüm hemen. "İyi oldu mu?" diye sordum.
Delikanlı, bir fotoğrafa, bir Eflatun Bey'e baktı, sonra ansızın ortadan yok oluverdi. Eflatun Bey de kayıplara karıştı, hafta boyunca bir daha da görünmedi.
***
Sonunda sergi açıldı. Pek görkemli bir açılış oldu. Kitapları sergilenen yazarların en aşağı onda biri katıldı törene! Başka kimse çağrılmamıştı zaten. Birliğin nice fedakarlıklarla satın aldığı üç-beş şişe şarap da tekkeyi bekleyen bizlere kaldı.
Keyifli bir hafta geçirdik. Okurun ilgisi de keyfimize keyif katıyordu. Her gün onlarca kişi geziyordu sergiyi. O hafta belki 500 ziyaretçimiz oldu.
Bir ara, dönemin ünlü politikacılarından Kasım Gülek geldi. Kapaklara şöyle bir göz attıktan sonra bir kitabı gösterdi. "Haa," dedi. "Bakın, bu benim ilgimi çeker. Arabistan hakkında bir kitap."
Parasını verip kitabı aldı, çıktı gitti.
Kitap, Turgut Uyar'ın yeni şiir kitabıydı: Dünyanın En Güzel Arabistanı !
***
Bizim derginin, a dergisi'nin yazarları sürekli oradaydı. Saraçhane'deki kahveyi bir haftalığına kapatmış, köprünün öteki yanına, Harbiye'ye taşınmıştık.
Orhan Kemal de sık sık uğruyordu. Yaz sıcağından bunalmış, ceketini koluna asmış, fötr şapkasıyla damlıyordu. "Hayırlı işler!"
"Daha siftahımız yok, Orhan Ağabey."
"Benim ayağım uğurludur."
Gerçekten de onu tanıyan birkaç ziyaretçi hemen kitaplarını alıp imzalaması için uzatıyordu ona.
Bir gün ziyaretçilerden biri, tezgah başında bizimle çene çalan Edip Cansever'e baktı uzun uzun. Sanırım "bir yerlerden gözüm ısırıyor" diye düşündü. Döndü, sergiyi dolaştı bir daha. Edip'in fotoğrafının önünde durdu. Fotoğrafa baktı. Başını çevirdi, Edip'e baktı. Bir daha fotoğrafa baktı. Sonra Edip'in son şiir kitabını, Petrol'ü aldı. Yanımıza geldi. Edip'e kitabını imzalattı. Gitti. Bir süre sonra, alı al moru mor, döndü. Kitabı bize uzattı.
"Affedersiniz," dedi. "Bu kitabı değiştirebilir miyim? Ben bunu petrol hakkında bir kitap sanmıştım. Meğer hikayeymiş!"