Şeker Bayramı'nı kutluyoruz. "Kutluyoruz" ... Sözün gelişi işte. Nicedir bayram kutlayan mı var? İçimizde bir şeyler duymaya çalışıyoruz işte. Belki bu yüzden, kiminle konuşsam, bugünün bayramını yaşamıyor, geçmişin, kendi çocukluğunun bayramlarından söz ediyor, hısım akraba, konu komşu ziyaretlerini, bayram yerlerini, eğlenceleri, harçlıkları, armağanları, tebrik kartlarını anlatıyor.
Eh, eski köye yeni adet getirmeden, ben de kendi çocukluğumun bayramını yaşıyorum elbet.
Çocukluğumun Antep'inde, herhalde herkesin çocukluğunun Antep'inde, bayram gerçekten bir başka bayramdı.
***
Bayramdan bir ay kadar önce babam koca listesini açardı önüne. "Bayram tebriği gönderileceklerin listesi" ni. Bu listede yer alıp da bize iki bayram üst üste tebrik göndermeyenlerin adları silinirdi. Kartlar hazırlanır, zarflar yazılır, postaya verilirdi.
Kurban Bayramı'nı Şeker Bayramı'ndan birazcık daha çok severdim. Kurban Bayramı arifesinde doğduğum için.
Perşembeleri banyo günümüzdü; ama arife günleri de tepeden tırnağa yıkanırdık. Babam Kuran okurdu sessizce. Sonuna geldiğinde, başıyla üçümüze işaret ederdi. Sırayla. Önce ben. Sonra Aykut . Sonra Tankut. Ayaklarımızın ucuna basarak usulca yanına giderdik. Okur üfler, saçlarımızı, sırtımızı sıvazlardı. Sadece arife günleri değil, her Perşembe akşamı yapardı bunu.
Bayramlarda güneş doğmadan kalkardık.
Uyandığımda babam namaza gitmiş olurdu. O döner dönmez bayramlaşma töreni başlardı evde. Yeni elbiselerimizin içinde, önce babamızın elini öper, bayram harçlıklarımızı alırdık. Tam bir lira! Sonra annemizin, ninemizin, Havva Bacı'nın ellerini öper, Sitti Zeynep'in yanına giderdik.
Derken postacılar damlardı. İlk ziyaretçiler posta dağıtıcıları olurdu hep. Hiç değişmezdi bu. Kahvelerini içer, Şekerci Hamdi'den alınan "çikolatin" lerini yer, bahşişlerini utangaçlıkla ceplerine koyar, giderlerdi.
Sonra Hasibe Bacı gelirdi. Babamın teyze kızıydı Hasibe Bacı. Onu her görüşümde utanırdım. Bana anlattıklarına göre, çok küçükken kağıda bir daire çizer, ortasına da bir nokta kondururmuşum. "Hasibe'nin göbeği" dermişim buna. Anlatır, gülerlerdi. "Hasibe'nin göbeği" nereden çıkmıştı, çözemedim. Belki bebekken hamamda görmüştüm göbeğini. Yaptığım ilk resim, ne ilk resmi, belki ilk bin resim "Hasibe'nin göbeği"ymiş.
***
Ben Şükrü Ağabey'in yolunu gözlerdim hep. Bayram yerine o götürürdü beni. Önce mantar alıp patlatırdık. Çukurbostan mantar sesinden geçilmezdi. Çatapatları, eve götürmek için, cebime koyardım. Karsambaç içerdik. Atlıkarıncaya binerdik. Atlıkarıncanın sahibi, "Yandıııı!" diye bağırdı mı, inip Hacivat kahvesinin yolunu tutardık. Küçük kürsülere oturur, Hacivat seyrederdik. (Antep'te Karagöz demezdik biz, Hacivat derdik.) Pek hoşlanmazdım Hacivat'tan, ama o da "bayram töreni" nin bir parçasıydı, mutlaka görmek gerekiyordu.
Sonra Nakıp Ali'nin sinemasına yetişilirdi. Dev Adam'a, King Kong'a. Genellikle üç film birden oynatılırdı bayram şerefine. Üstelik biri "otuz altı kısım tekmili birden" olurdu. On birde başlayan gösteri, akşam beşte sona ererdi.
***
Ertesi günkü bayram ziyaretlerine annemle babam beni de götürürdü. Sonradan gazeteci, sinema oyuncusu olan, sınıf arkadaşım Işın Kaan'ın babası Hasan Beylere gidilirdi. Babamın ortağı Hüseyin Beylere gidilirdi. Nüzhet Hanım annemin en iyi arkadaşıydı. Sonra Numan Beylere gidilirdi.
Tekel fabrikasının müdürüydü Numan Bey. Gözleri görmez olmuştu ansızın. Geçirdiği ameliyatlar bir yarar sağlamamıştı. Her Pazar babam mutlaka ziyaret ederdi onu. Giderken beni de götürürdü. "Ona asıl şimdi destek olmamız gerek," derdi. Elini Numan Beyin gözlerinin önünde tutar, "Bir gölge filan görüyor musun?" derdi. "Galiba görüyorum," derdi Numan Bey. "Düzelecek, gözlerin açılacak," derdi babam. "Açılacak," derdi Numan Bey.
Babam, onun bir gölge filan görmediğini, gözlerinin bir daha açılmayacağını biliyordu.
Gölge filan görmediğini, gözlerinin bir daha açılmayacağını Numan Bey de biliyordu. Babam ona umut verirken, o da babama umut vermeye çalışıyordu.
Ne de çabuk geçerdi bayram. Geçer giderdi. Arkasında bir sonraki bayram için kurulacak düşleri bırakarak.