Başka bir ülkede yaşamış olsaydı, adına kim bilir ne etkinlikler düzenlenirdi şimdi. 2006 onun yılı olarak açıklanır, konferanslar, paneller, oturumlar, radyo-TV programları, sergiler, gösteriler birbirini izlerdi.
Sait Faik'ten söz ediyorum. Doğumunun 100. yılında. Mozart'ın 250. yaşını coşkuyla kutlayan bizler, kendi sanatçımızı neredeyse unutuluşun sessiz sayfalarına gömmüşüz.
Öyle ya, "o bizden biri... yabancı değil".
Kitap-lık dergisinin son sayısı da olmasa adını bile anmayacağız.
***
Sait Faik'i ilk görüşümü hatırlıyorum.
1952 ya da 1953 olmalı. Okulda bir edebiyat matinesi düzenlemiş, onu da çağırmıştık. O yıllarda inanılmaz ilgi görürdü bu matineler. Salonlar adam almazdı. Yazarlar neredeyse her hafta düzenlenen bu matinelerde şiirlerini, öykülerini okurlardı. Bir gün, "Yahu, Müzeyyen Senar'ı geçtik," diye yakınmıştı Behçet Hoca (Necatigil).
Matinelerin gediklileri vardı. Bir de hiç katılmayanlar. Sait Faik katılmayanlardan biriydi. Ama nasıl olduysa, bizim okuldaki matineye gelmişti.
Edebiyat öğretmenimiz Ekrem Yirmibeşin onun geldiğini duyunca salondan fırlamış, "Sait Faik gelmiş! Sait Faik gelmiş!" diye çığlıklar atarak merdiven basamaklarını koşarak dörder dörder inmeye başlamıştı. Sait Faik'i kapıda karşılayacaktı. Gözü kimseyi görmüyor, merdivende herkesi bir yana savurarak, "Sait Faik gelmiş!" diye bağırıyordu.
Savrulanlar arasında Sait Faik de vardı. Ekrem Hoca'nın omuz darbesiyle merdivenlerden tepetaklak yuvarlanacaktı az kalsın. Koluna yapışıp çekmiştim. Yüzündeki dehşet ifadesini unutamam.
***
Sait Faik hep en sevdiğim yazarlar arasında yer aldı. İlk öyküsünü okuduğum günden şu satırları yazmakta olduğum ana kadar. Ondan hiç vazgeçmedim. Her okuyuşumda yeni değerler buldum öykülerinde. Ortaokul sıralarında Şahmerdan kitabını aldığımda, "Şahmerdan nedir?" diye sormuştum babama. Ne olduğunu söylemişti. Ben de o öyküyü okumuştum yüksek sesle. Babam da Sait Faik'i sevmiş, zaman zaman kitaplarını karıştırır olmuştu. (Ama en sevdiği öykü, hiç tartışmasız, Haldun Taner'in Konçinalar'ıydı.) Birçok okur gibi, babamla beni buluşturan, Sait Faik'in sıcacık yüreğiydi sanırım. Yapmacıksız, dolaysız, içten insan sevgisiydi. Bu sevgiyi taşıyan, dizginsiz bir duygu yoğunluğuyla kağıda döken bir yazar nasıl olur da "toplumcu değil" diye küçümsenirdi. Bunu o zaman, ilkgençliğimde bile aklım almıyordu.
Memet Fuat'ın Düşünceye Saygı'sından aktarıyorum: "Bir sevdaydı onun toplumsalcılığı. Belki eksik, belki yanlış, belki yetersiz, ama her türlü kuşkunun ötesinde, katışıksız, içten bir toplumsalcılık..."
Bu yargıya her zaman katıldım.
***
Alemdağında Var Bir Yılan'ın yayımlanışını hatırlıyorum. Ne büyük bir yankı yapmıştı. Sevenleri kadar, küçümseyenleri, yazarıyla dalga geçenleri de olmuştu.
Öykücülüğümüzün en önemli kilometre taşlarından biriydi o kitap. Sait Faik, özellikle genç yazarlara, kendi içlerinde keşfedilecek yeni yollar olduğunu göstermişti. Birçok yazar yeni yollar arıyor, buluyordu gerçi. Ama bunu başka yazarlara, genellikle Batılı yazarlara öykünerek başarıyordu.
Sait Faik ise kaynağını kendi içinde, kendi yaşamında bulmuştu.
***
Yazarın bütün yapıtları geçen yıllarda "meraklısına" yeniden, düzenli bir biçimde sunulmuştu. Yapı Kredi Yayınları'nın tek ciltte topladığı Semaver, Sarnıç, Şahmerdan, Lüzumsuz Adam'ı ötekiler izlemişti.
Kitapların "Sait Faik hayattayken Varlık Yayınları tarafından yayımlanan baskılar temel alınarak hazırlandığını ve yazım özelliklerinin korunduğunu" belirtmem gerek. Bu, ayrıca sevindirici. Bir yazarın yazım özelliklerinin (savrukluklarının bile) onun sanatçı kişiliğini oluşturan renklerden olduğuna inanıyorum.
Bu kitaplar onu zaten sevenleri mutlu kılıyor. O tadına doyulmaz öyküleri bir daha okuma dürtüsünü uyandırıyor.
Sait Faik'i sadece bir ad olarak bilen genç okurlara, özellikle yerli "best seller" ler yaratılmasına katkıda bulunanlara gelince... Eğer bizim Barbara Cartland'larımızı, Dan Brown'larımızı okumaya birazcık olsun ara vermek isterseniz hemen bir Sait Faik kitabı alın derim. Hangisi olursa olsun.
Edebiyata başka bir gözle bakma olanağını bulacaksınız belki.