Kıyamet kopuyor... Kimi "Bu, UEFA'nın mali fair-play kurallarıyla alay etmektir" diye gürlüyor. Kimi "Futbol dünyası galiba çıldırdı" diye yakınıyor. Kimi ise, "Futbolun futbol olmaktan çıktığını" söylüyor.
Tüm eleştirilerin konusu: Real Madrid'in Tottenham'ın Galli oyuncusu Gareth Bale için 101 milyon euro ödemeyi kabul etmesi. Futbol tarihinin mutlak rekoru.
Eleştirilerde haklılık payı neredeyse yüzde 100.
Çünkü, her şeyden önce Gareth Bale, bu parayı hak edecek bir kariyere sahip değil. Oynadığı takımların ne İngiltere liginde bir şampiyonluğu var, ne Avrupa liglerinde. Yer aldığı milli takım da herhangi bir kupayı havaya kaldırmadı... Tek bonservisi: Geçen sezon 26 gol atmış olması.
İkincisi, bu transferle büyük kulüpler arasında pahalı oyuncu yarışı daha da kızışacak; ayrıca mali durumu güçlü olmayan takımların "Haksız rekabet" mağduriyetlerini katlayacak.
Üçüncüsü, işsizlik oranının yüzde 36'yı geçtiği, hele hele genç kesimde yüzde 50'ye dayandığı İspanya gibi bir ülkede bir futbolcu için 101 milyon euro ödenmesi topluma hakaret etmek, halkla alay etmek demek.
***
Aslında bu çılgın yarış, AB'nin en üst yargı organı olan Lüksemburg'daki Avrupa Adalet Divanı'nın ünlü "Bosman kararları" ile başladı.
Belçikalı futbolcu Jean- Marc Bosman 1990'da kulübü Liege ile anlaşmazlığa düşünce, hakkını adalet yoluyla aramaya karar verdi. Uzun aşamalardan sonra dosya Avrupa Adalet Divanı'na gitti. Divan, 15 Aralık 1995'te "Futbolda liberal devrim"i tetikleyen 5 karar aldı.
Yüz milyonlarca euronun havalarda uçuştuğu transfer cinnetine, işte bu 5 kararın 3'üncüsü yol açtı:
"Avrupa Topluluğu (AB'nin o dönemdeki adı) vatandaşı futbolcuların milliyetlerine dayalı herhangi bir kısıtlamaya gidilmesi, milli takımlar dışında yasadışı bir uygulamadır."
Bu karar ne anlama geliyordu? Cevap: O tarihe kadar bir takımın "En fazla 5 yabancı oyuncu oynatabileceği" kuralı çöp sepetine gidiyordu. Yani, artık her kulüp sınırsız yabancı oyuncuya kadrosunda yer verebilecekti.
Bitmedi. Kararın uygulaması o zamanki adıyla Avrupa Topluluğu, günümüzdeki adıyla Avrupa Birliği ile sınırlı kalmadı. Çeşitli ikili ve çok taraflı anlaşmalarla 80 küsur ülkenin futbolcularına da Avrupa liglerinin kapısı açıldı. Afrika ve Latin Amerika ülkelerinin Avrupa futbolundaki altın çağı işte böyle başladı.
Ama sorun şu: Bu iş futbolculara mı yaradı, kulüplere mi, sektörün görünmeyen aktörlerine mi?
***
Cevap için iki alıntı yapacağım.
İlki 1950-60'ların ünlü Fransız futbolcusu Raymond Kopa'dan. 1968'de şöyle demişti:
"Futbolcular köledir. Profesyonel futbolcu, görüşüne bile başvurulmadan alınıp satılan tek insandır."
İkincisi UEFA Başkanı Michel Platini'den. İki hafta önce "L'Equipe" gazetesine verdiği demeçte Raymond Kopa'nın yakındığı dönemi hatırlatan "Futbolda 50 yıl geriye gidildi" saptamasında bulunduktan sonra şöyle dedi: "Bugün futbolcular bazen bir kulübe bile ait olamıyorlar. Yatırım şirketlerinin, hatta spekülatörlerin malı oluyorlar. Bugün futbolcu transferlerde sadece araç olarak görülüyor. Çünkü bir sürü komisyon dönüyor. Özetle, futbolcu bir ürün haline geldi."
***
Bir zamanlar "Futbol, 22 oyuncunun 90 dakika boyunca bir topun peşinde koştuğu, sonunda Almanya'nın kazandığı bir oyundur" denirdi.
Ya bugün? Herhalde şöyle bir tanım yapmak gerekiyor: "Futbol 22 oyuncunun 90 dakika boyunca bir topun peşinde koştuğu, sonunda yatırım fonlarının kazandığı bir oyundur."
Yanlış mı?
Not: Başbakan Erdoğan ile uzun bir yolculuğa çıkıyoruz: Rusya (G20 zirvesi için), ardından Arjantin (2020 Yaz Olimpiyatları oylaması için)... Yolculuk koşulları nedeniyle yazılar aksarsa, şimdiden özür dilerim.