İnsanoğlu ezelden beri iki varoluşsal korkunun pençesinde kıvranıyor: Yalnızlık ve ölüm. Bu iki korku hem mikro, yani bireysel boyutta var, hem de "Cosmos", yani evren boyutunda.
"Evrende yapayalnız mıyız" sorusu ya da korkusu bilim adamlarını "Dünya dışı yaşam"ın izlerini sürmeye yöneltti. Teknoloji geliştikçe bu çabalara açılan pencere de inanılmaz büyüdü. Ama hâlâ uzayın derinliklerinden bir selam gelmedi. Çünkü, bildiklerimiz bilmediklerimizin yanında okyanuslardaki kum tanelerinin sadece bir-ikisi kadar.
"Dünya dışı hayat" arayışları 1960 Kasım'ında ABD'nin Virginia eyaletindeki "Green Bank" gözlemevinde bir grup bilimadamının gizlice toplanmasıyla başladı. Toplantıda dönemin önemli astronomlarından Frank Drake, evrende bizimle iletişim kurabilecek, teknolojik olarak ileri kaç uygarlık bulunabileceğini hesaplamak için bir formül geliştirdi. Şöyle:
N = N2 x fp x ne x fl x fi x fc x T
N2: Galaksideki yıldızların sayısı.
Fp: Gezegen sınıfına giren yıldız sayısı.
Ne: "Ekosfer"i bulunan, yani birgün yıldızlarının birinde hayatın ortaya çıkabileceği bölge sayısı.
Fl: Yaşamın ortaya çıktığı gezegen sayısı.
Fi: Zeki canlıların yaşadığı ve gelişmiş uygarlığa sahip hayatın bulunabileceği gezegen sayısı.
Fc: Teknolojileri gelişmiş ve bizimle iletişim kurma yollarını arayan uygarlıkların sayısı.
T: Bu uygarlıkların yaşam süresi.
***
Aradan 50 yılı aşkın süre geçti. Bu formüldeki parametrelerin hemen hiçbiri için veri elde edilemedi.
Bu çaresizlik, kimilerine göre "Yaşam" üstüne algılarımızın ve bilgilerimizin düşünce sistemimizi şartlandırmasının sonucu. Çünkü biz "Yaşam"dan tek hücreli canlıların milyarlarca yıllık evrimden sonra çok hücreli canlılara dönüşmesini anlıyoruz. Peki ya evrenin milyonlarca, milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki bir köşesinde "Yaşam" bambaşka koşullar, bambaşka değişimler sonucu ortaya çıktıysa?
Kimileri ise Frank Drake'ın "N parametresi"ndeki olasılıkların bir milyon ile bir aralığında gidip gelebileceği görüşünde. Bir ile kastedilen, kendi gezegenimiz, kendi uygarlığımız. Yani, evrende yalnızlığımız.
***
Gerçekten yapayalnız mıyız?
İki hafta önce Avustralya'daki Parkes gözlemevinin günlük tarama kayıtlarını inceleyen bilim adamları kısa ama çok güçlü dört radyo sinyali belirlediler. Her sinyal saniyenin binde biri kadar kısa sürmüştü ama güneşin 300 bin yılda üreteceği enerji yaymıştı. Daha şaşırtıcısı, bu radyo sinyalleri milyarlarca ışık yılı uzaklıktaki bir başka galaksiden geliyordu.
Yani
söz konusu sinyaller o çoook uzak galaksiden yola çıktığında evrenin henüz yarısı oluşmuştu. Samanyolu galaksisi yoktu. Dolayısıyla dünyamız da.
Şimdi astronomlar o sinyallerin kaynağını arıyorlar ama bulmaları imkansız. Öyle bir zaman ve mekan duvarı var ki arada...
15 Ağustos 1977'de ABD'nin Ohio eyaletindeki "The Big Ear" teleskopu da 72 saniye süren bir radyo sinyali kaydetti. Yay burcu ya da takımyıldızından gönderilmişti sinyal. Ve o kadar güçlüydü ki, kayıtları inceleyen astrofizisyen Jerry R. Ehman kağıda "Wow!" diye not düşmüştü. Yani, "Vay canına!"
O tarihten beri teleskoplar düzenli olarak Yay burcunu tarıyor ama ses seda yok. Bilimadamları ise yine o tarihten beri söz konusu sinyalin kodlu olup olmadığını çözmeye çalışıyor. Zira kod varsa, bu dünya dışı bir uygarlığın bizimle iletişim kurmaya çalıştığı anlamına gelecek.
***
Bu yazıyı yazmamın tek amacı var: İzninizle 10 gün tatil yapacağım. Ve bu 10 gün boyunca astronomi üstüne, dünya dışı yaşam ve uygarlıklar üstüne yazılmış kitapları okuyacağım.