Bu satırları Başbakan Erdoğan, 6 bakan (Bekir Bozdağ, Ahmet Davutoğlu, Zafer Çağlayan, Taner Yıldız, Ertuğrul Günay ve Binali Yıldırım), 4 milletvekili (Ömer Çelik, Mahir Ünal, Yalçın Akdoğan ve Abdulkadir Emin Önen), Başbakanlık, Dışişleri, Genelkurmay, Ekonomi bakanlıklarından geniş kurmay heyetler, bürokratlar, 300 kadar işadamı ile birlikte sözcüğün tam anlamıyla çıkarma yaptığımız Çin gezimizin ikinci durağı olan başkent Pekin'den yazıyorum.
İlk durağımız, Sincan (Uygur) Özerk Bölgesi'nin merkezi Urumçi'ydi. Guinness Rekorlar Kitabı'na geçen bir kent. Özelliği ya da rekoru: Yeryüzünün herhangi bir denizine ya da tüm denizlerine en uzak kent olması.
Başkent Pekin'in rekorlarını saymaya kalksam, değil sütunlar, sayfalar yetmez. Bir tanesiyle yetineyim: "Fortune 500" listesindeki, yani dünyanın en büyük 500 grubunun oluşturduğu klasmandaki şirketlerden 40'ının Asya operasyon merkezi burası.
Otele inince, valizi beklerken çevreye şöyle bir göz attım. Tanıyamadım. 2005'te dönemin Dışişleri Bakanı, günümüzün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le yaptığımız ziyarette de Pekin'de bu bölgedeki bir otelde, yani "Yeni Kent"te kalmıştık. O zaman bir inşaat furyası sürüyordu çevremizde. Şimdi o inşaatların hepsi bitmiş ve ortaya tıpkı Şanghay'ın "Yeni kent"inin kurulduğu Pudong bölgesi gibi bir gökdelenler diyarı yükselmiş.
Gökdelenlerin pek çoğu ya kamuözel- yabancı şirketlerin merkezleri, ya banka, ya otel ya da alışveriş merkezi.
Hele bir alışveriş merkezi var ki, anlatmaya sözcükler yetmez. "Orient Plaza" adlı bir dev binanın altına New York'taki 5'inci Cadde'yi kurmuşlar. Hayır, cadde olarak tasarlamamışlar; 5'inci Cadde'de ne kadar mağaza, butik, daha doğrusu "Marka mekân" varsa, hepsini alıp getirmişler. Ne saymakla biter, ne dolaşmakla. Daha onda birini gezemeden yorulup pes ettim. İşletme ofisine uğrayıp bir broşürünü ve yerleşim planını aldım. Oradan saydım; 328 marka dükkân. Aklınıza gelen-gelmeyen tüm markalar üşüşmüş. İnanılmaz bir zenginlik çıkmış ortaya. En azından vitrin zenginliği.
Çünkü kendini siyasal rejim olarak "Çin değerlerine uyarlanmış sosyalizm", ekonomik sistem olarak da "Sosyalist pazar ekonomisi" diye tanımlayan Çin'in dışa açılmasının ve ekonomik açıdan liberalleşmesinin iki somut sonucu var: Bir yanda çok ama çok zenginler, öbür yanda ise çok ama çok yoksullar. İkisinin arasında bir kesimin, yani "Orta Sınıf"ın doğabilmesi ve maya tutturabilmesi için daha uzuuun yıllar gerekiyor.
Peki bu sosyal uçurum, bu zenginin alabildiğine zengin, yoksulun tarif edilemeyecek kadar yoksul olduğu toplumsal tablo, siyasal açıdan bir tehlike oluşturmuyor mu?
Soruyu otel lobisinde sohbet ettiğimiz, yıllardır Çin'de yaşayan bir Avrupalı'ya sordum.
Güldü ve şöyle yanıt verdi:
"Çinliler'in, daha doğrusu Çin'i yöneten Komünist Parti elit tabakasının mantığı şu: 'Pencereyi kapatırsak havasızlıktan boğuluruz. Açarsak, odaya sivrisineklerin hücum edeceğini biliyoruz. Açıyoruz; çünkü sivrisinekleri nasıl etkisiz duruma getirebileceğimizi de çok ama çok iyi öğrendik.' Parti'nin uyguladığı politikalar tamamen bu mantığa oturtuldu."