Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış ve ekibiyle birlikte Londra'dayım. Epeyce yoğun program arasında, fırsat buldukça birkaç dakikalığına değerlendirme sohbetleri yapıyoruz.
Bu sohbetlerin birinde konu konuyu açtı ve sonunda futbola, daha doğrusu Türkiye Futbol Federasyonu'nun yeni Başkanı Yıldırım Demirören'in nasıl bir politika izleyeceğine geldi. Yani Ankara veya İstanbul kriterlerini mi emsal alacak, yoksa Avrupa kriterlerini mi? Bağış, "Demirören artık Beşiktaş Kulübü'nün değil, Türkiye Futbol Federasyonu'nun Başkanı" diye söze girdi ve ekledi:
"Yıldırım Demirören'e hepimiz sahip çıkmalıyız. O artık ne Beşiktaşlı, ne de İstanbullu. O bundan böyle Türkiye'nin büyükelçilerinden biri. Türkiye'nin siyaset, ekonomi, sanat, kültür ve spor alanlarındaki imajı benim işimi birebir etkiliyor. UEFA da bir Avrupa kurumu olduğuna göre, onunla ilişkilerin de elbette benim işime çok etkisi var. Bu çerçevede biz de Demirören'e her türlü desteği vereceğiz. Yıldırım Bey eğer UEFA'ya giderken tecrübeli bir müzakereci isterse, yardıma hazırız."
***
Great Queen Street üstündeki "Grand Connaught Hotel"de, "Network of Students" derneği temsilcileriyle bir araya geldik. İngiltere'de okuyan Türk gençlerinin derneği bu. Toplantıya 30'u aşkın genç katıldı. Kimi yatırım bankacılığı okuyor, kimi inşaat mühendisliği, kimi mimarlık, kimi sanat tarihi, kimi elektronik, tıp, kimi genetik mühendisliği... Kimi Cambridge Üniversitesi'nde, kimi Oxford'da, kimi İngiltere'nin diğer prestijli üniversitelerinden birinde. Kimi üniversiteyi bitirmiş mastır yapıyor, kimi yüksek lisans, kimi doktora...
Hepsinin bir özelliği var: Müthiş özgüvenliler. Ve bir başka ortak noktaları: Hepsi öğrenimleri bitince Türkiye'ye dönecekler. İngiltere'de doğup büyümüş olanlar dahil.
Bu nokta çok önemli; çünkü yurtdışında en çok öğrencimizin okuduğu ABD'de gençlerimizin çoğunluğu üniversiteyi bitirdikten sonra orada kalıyorlar. Bir başka deyişle, Türkiye'nin o gençlere yatırımları ABD'ye yarıyor. Avrupa'da en çok Türk öğrencinin okuduğu İngiltere'de ise gençlerimizin öğrenimlerini bitirdikten sonra Türkiye'ye dönmeye kararlı olduklarını ifade etmeleri, sadece yatırımların değil, beyinlerin de yurda kazandırılması anlamına geliyor ki, insanı hem sevindiriyor, hem de umutlandırıyor.
Umutlandırıyor, zira
Türkiye'nin yarınları daha donanımlı, daha güvenli, daha vizyon sahibi bir kuşağa emanet edilmiş olacak.
Bağış bu noktada, Türkiye'nin eğitimdeki son devriminin, "Fatih Projesi"nin ne müthiş bir dönüşümü tetikleyeceğini hatırlattı. Öğrenciler kendilerine verilen tabletlerle sadece derslerini çalışmayacaklar; onun yanı sıra, hatta ondan da önemlisi internette "Surf" yapacaklar, dünyanın tüm büyük üniversitelerinin kütüphanelerine ve arşivlerine girebilecekler, tüm müzeleri dolaşabilecekler. Kısacası her türlü bilgiye ilk kaynaktan ulaşabilecekler. Şimdi belki pek farkında değiliz ama 15-20 yıl sonra dışa açık, sağlam yetişmiş, kendine güvenen, dünyayla bütünleşmiş bir gençlik doğacak.
***
Bağış, bir toplantıyı da İngiliz yatırımcılarla yaptı. İzlenimleri: "Türkiye'ye gelen küresel yatırımın ortalama yüzde 85'i AB ülkeleri kaynaklı. Geçen yıl bu oran yüzde 92'ye çıktı. Toplantıya katılan yatırımcılar, Türkiye'deki ortaklıklarına ilişkin öyle örnekler verdiler ki, şaşar kalırsınız. Çünkü saydıkları ortaklıkların pek çoğu kamuoyunda yaygın tanınmışlığı olmayan şirketler. Bu, ekonomiyi yönlendiren karar mercilerinin Türkiye'ye güvendikleri, güvenoyu verdikleri demek oluyor."
***
Zaten Türkiye ile İngiltere'nin bakış açıları ve konumları birbiriyle çok örtüşüyor. İkisi de çok nüfuslu, ikisi de sanayileşmiş ülke, ikisi de AB'de Alman egemenliğine kuşkuyla bakıyor, ikisi de avrodan uzak duruyor. İ
ngiltere Dış Ticaret Bakanı Lord Gren of Hurstpierpoint şöyle yorumluyor: Avrupa 19'uncu yüzyıla geri dönüyor. Bir uçta İngiltere imparatorluğu, öbür uçta Türkiye imparatorluğu ve arada nüfuzuna girmiş kıta Avrupa'sı.
Nasıl; ilginç ama bir o kadar da yeni jeopolitik gerçekleri doğru okuyan bir yorum; değil mi?