Bu öyküden, daha doğrusu gençlik yıllarımın bu anısından birkaç yazıda bölük-pörçük söz ettim. Bir de derli-toplu anlatayım...
***
"Sanıklar getirildiler. Bağlı olmayarak yerlerine alındılar. Müdafiler hazır. Açık olarak duruşmaya devam olundu..."
Yassıada'da Celal Bayar ve Adnan Menderes başta olmak üzere Demokrat Parti kadrolarını yargılayan Yüksek Adalet Divanı'nın başkanı Salim Başol, her duruşmayı bu sözlerle açardı.
Ben de her akşam İstanbul Radyosu'nun duruşmaları özet yayın olarak veren "Yassıada Saati"nin de "Prolog"u olan bu cümleleri dinleye dinleye ezberlemiştim.
O sıralar çocukluk ile gençlik arasındaki eşikteydim. 14-15 yaşlarımda. Babamın 1957'de, tam da 27 Mayıs ihtilaline giden yolun ilk taşlarını döşeyen 27 Ekim 1957 erken genel seçimlerinin yapıldığı gün hayatını yitirmesi nedeniyle korumasız kalan ve çok ciddi geçim sıkıntısı çeken evimize destek için yazları çalışırdım.
1961 yazında William James Giraud'nun "İzmir Pamuk Mensucat" fabrikasında çalışıyordum. Fabrikanın bir bölümünde basma da üretiliyordu; adı "İzmir Basma"ydı. Hemen yanında yine Giraud ailesinin olan "İzmir Yün" fabrikası vardı.
Aslında, William James Giraud epey yaşlandığı için fabrikaları iki oğlu yönetiyordu. Pamuk Mensucat'ı Alain Giraud, İzmir Yün'ü Herve Giraud (Not: Mustafa Koç'la evli olan Caroline Giraud'nun babası).
Bir gün personel müdürü çağırdı odasına, "Seni öğle paydoslarında hep bir köşeye çekilip kitap okurken görüyorum. Bu iş sana göre değil. Seni bir yere göndereceğim, hem daha çok para kazanacaksın, hem de severek çalışacaksın" dedi.
Elime bir kâğıt tutuşturdu; baktım Karşıyaka'da Evliyazade Konağı'na gönderiyor. "Seni bekliyorlar" dedi uğurlarken.
Gittim. Meğer yeni işim evin oğlu Sedat Bozinal'a hem ağabeylik, hem de derslerinde yardım etmekmiş.
Evin hanımı, yani Sedat'ın annesi Sevinç Hanım, İttihat Terakki'nin liderlerinden, Atatürk'e İzmir suikastı davalarının sonuncusunda idam edilen Doktor Nazım'ın kızıydı. Doktor Nazım da, İzmir'in en köklü ailelerinden Evliyazade'lerin damadı. Öylesine geniş ve köklü bir aileydi ki Evliyazade'ler, evlilik bağlarıyla Adnan Menderes'i, Fatin Rüştü Zorlu'yu, Tevfik Rüştü Aras'ı damat olarak aralarına kattılar. Hatta bir kolları Osmanlı Sarayı'na, Padişah Vahdettin'e kadar uzandı. Giraud ailesi de dedelerinin ortağıydı.
***
Evliyazade Konağı, Karşıyaka Yalısı'nda görkemli mi görkemli bir yapıydı. Ve nice anılar barındırırdı. İzmir'in işgalinde Yunan Kralı Konstantin orada kalmıştı, İzmir'in kurtuluşunda da Mustafa Kemal Atatürk. Hani, Atatürk'ün ayağının altına serilen Yunan bayrağını kaldırttığı anısı var ya; Evliyazade Konağı'nda geçmişti o olay. Atatürk'ün içtiği kahvenin fincanı da telvesiyle birlikte evin salonundaki vitrinde dururdu.
Salona girdiğinizde kalpaklı, redingotlu, bastonlu ve gözlüklü bir Osmanlı şahsiyetinin dev bir yağlıboya portresi karşılardı sizi. "Kim bu" demiştim, "Hele bir aileyi tanı, o zaman söylerim" demişti Sevinç Hanım.
Haftalar sonra merakımı giderdi: "Bu ailemizin ilk şehidi. Babam. Doktor Nazım."
***
Aradan birkaç ay geçti. İki portre daha eklendi Doktor Nazım'ın yanına. Ailenin yeni şehitleri: Adnan Menderes ile Fatin Rüştü Zorlu.
***
Evliyazade'ler, Menderes'ler daha sonra da epey kurban verdiler. Yüksel Menderes, Mutlu Menderes... Aydın Menderes bu hüzünlü zincirin son halkası oldu.
Ama ne Yüksel Menderes'in portresi eklendi Evliyazade Konağı'nın salonuna, ne de Mutlu Menderes'in. Ne yazık ki, Aydın Menderes'in portresi de asılamayacak.
Çünkü o görkemli konak 1970'lerde yıkılıp yerine bir apartman dikildi...