Mısır'ın modern tarihi ikiye ayrılıyor: "Devrim"den önce ve "Devrim"den sonra. Nasıl, Fransa için 14 Temmuz 1789'da Bastille baskını bir "Milat" olduysa, hatta uzunca süre o baskınla başlayan takvim kullanıldıysa, Mısırlılar da artık tarihlerini bir "Sıfır günü" ile ifade ediyorlar: 25 Ocak 2011 öncesi ve sonrası.
Bu benim Kahire'ye ikinci gelişim. İlki 2009'daydı. Yani, "Devrim"den önce. Ve Nil kadar sakin akan bir hayat vardı Mısır'da. Ve de firavunlar döneminden bu yana süregelen bir sosyal düzen: En üstte askeri elitler, onların altında üst düzey güvenlik yetkililerinin topluluğu, onların yanında oligarklar (Özelleştirilen kamu kuruluşlarını neredeyse bedavaya kapatıp dolar cinsinden 9 sıfırlı servet sahibi olan zengin tabaka ki, başlarını Hüsnü Mübarek'in oğulları çekiyordu. Onların hemen altında El Ezher çevresinde kümelenmiş, rejimden bayağı iyi nemalanan ulema sınıfı... Ve de tüm bunların epey ama epey altında günde 2 dolardan az gelirle yaşamlarını sürdürmeye çalışan milyonlar, on milyonlar... Bu sınıflar birbirinden aşılması neredeyse imkânsız kalın duvarlarla ayrılmışlardı. K
aldığım otelin önü Nil, arkası Tahrir Meydanı. Buraları artık ezbere biliyorum. Çünkü geçen gelişimde de aynı otelde kalmıştım.
Otelden çıkıyorum, 100-150 adım yürüyorum, işte Tahrir'deyim. Batısında Nil boyunca oteller sıralanıyor, güneyinde Ömer Markam Camii yer alıyor, az ötesinde 3 bini aşkın memurun çalıştığı Mogamma (İçişleri Bakanlığı'na bağlı göçmen dairesi), batısında Arap Ligi merkezi, kuzeyinde Mısır Müzesi, az ötesinde "Devrim" günlerinde ateşe verilen Başkan Hüsnü Mübarek'in partisi Ulusal Demokratik Parti'nin genel merkezi, onun az ötesinde Kahire Amerikan Üniversitesi...
İlk gelişimde sadece çevresindeki mekânlarla ilgilendiğim Tahrir'i bu kez hem gece, hem de gündüz arşınladım.
Gece boğucu çöl sıcağında nefes almak için kendilerini Nil kıyısına atan Kahireliler doldurmuştu meydanı. Kimi çay içiyordu, kimi "Devrim" günlerinde epey hırpalanmış çimlere uzanmış yıldızları seyrediyordu, kimileri de gruplar halinde sohbet ediyorlardı. Ve hiçbirinde de devrimci öfke ve hınç bilenmişliği yoktu.
Gündüz ise onbinlerce arabanın kilitlediği, klakson seslerinin uçsuz bucaksız kentin en uzak köşelerinde bile yankılandığı bir kaos hüküm sürüyordu Tahrir'de.
"Devrim" öncesinde Mısır'ı anlamak kolaydı; ya da bize öyle geliyordu. Çünkü bir tarafta birkaç bin kişilik yönetenler, elitler vardı, bir tarafta da 80 milyon yönetilen.
Ve bir resmi gezi için bir-iki günlüğüne Kahire'ye gelenlerin yönetilenlerle hiçbir teması olmuyordu. İşte Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek'le görüşülüyordu, sonra Cumhurbaşkanı Yardımcısı ve rejimin perde arkasındaki güçlü adamı Ömer Süleyman'la, daha sonra ziyaret nedenine bağlı olarak biriki bakanla. Boş vakti değerlendirmek için Mısır Müzesi'ne, ardından Gize Piramitleri'ne kısa bir ziyaret. Ve hoşça kal Kahire. "Devrim" sonrası bambaşka bir Kahire ile karşılaştık. Güç dengesinin ne denli değiştiğini, siyasal yaşamın nasıl bir mozaiğe dönüştüğünü anlamak için Başbakan Erdoğan'ın randevu listesine göz atmak bile yeterli. Bakın iki günde kimlerle bir araya geliyor:
Yüksek Askeri Konsey Başkanı ve Savunma Bakanı Mareşal Muhammed Hüseyin Tantavi.
Arap Ligi Genel Sekreter Nabel El Arabi.
Başbakan Essam Şeref.
Müslüman Kardeşler heyeti.
Arap Ligi eski Genel Sekreteri ve cumhurbaşkanı adayı Amr Musa.
Tahrir Devrimi Genç Liderler Heyeti.
Uluslararası Atom Enerjisi Kurulu eski Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Muhammed El Baradey.
Yeni dönemin siyasi aktörlerinden Dr. Muhammed Salim Al Awwa.
Müslüman Kardeşler'in cumhurbaşkanı adayı Ebulfutuh.
Yeni siyasi aktörlerden Hamdin Subari.
Yine yeni siyasi aktörlerden Hişam Bestavisi.
Kıpti Cemaati Lideri Papa Şehuda. Düşünün; şu an 40'ı aşkın siyasi parti faaliyet gösteriyor Mısır'da ve bu sayıya her gün yenileri ekleniyor.
Peki, sakin akan Nil nasıl birden celalleniverdi? O uysal, edilgen görünen kitleler neden ve nasıl başkaldırdı.
O da bir başka yazının konusu olacak.
Şimdi satırlarıma son noktayı koyuyor ve odamın penceresini açı yorum. İçeriye Tahrir'in gürültüsü doluyor...