1960'lı yıllar benim kültürel harcımın karıldığı dönemdir. O yılları Fransızca'nın yaygın olarak konuşulduğu bir çevrede ve ortamda yaşadığım için, harcımın malzemesinde de "Frankofonluk" epey ağırlıklı olarak yer aldı.
Andre Malraux'yu, Jean-Paul Sartre'ı, Albert Camus'yü, General Charles de Gaulle'ü, Raymond Radiguet'yi, Antoine de Saint-Exupery'yi, Vercors'u, Louis Ferdinard Celine'i, Maurice Druon'u, Joseph Kessel'i, Marguerite Yourcenar'ı, Alain Fournier'yi okurdum o yıllarda. Onların ağır yapıtlarından yorulduğumda Georges Simenon ve Boileau-Narcejac imdadıma yetişirdi.
Louis Aragon'un, Paul Eluard'ın, Boris Vian'ın, Jacques Prevert'in, Apollinaire'in şiirlerini mırıldanırdım.
Edouard Manet, Eugene Delacroix, Edgar Degas, Camille Pisarro, Paul Cezanne, Claude Monet, George de la Tour, Marc Chagall, Jean Miro, Rene Magritte tablolarıyla gözüme bayram ettirirdi.
Sempe'nin karikatürleriyle katıla katıla gülerdim.
Yves Montand, Louis de Funes, Bourvil, Lino Ventura, Jean-Paul Belmondo, elbette Brigitte Bardot, elbette Catherine Deneuve, Alain Delon, Annie Girardot, Robert Hossein, Jean Marais, Michel Piccoli, Jean-Louis Trintignant beyaz perdedeki idollerimdi. Hele hele Jean Gabin-Simone Signoret ikilisi... Anlatılacak gibi değildi.
Jacques Brel'in "Ne me quitte pas"sını ve "Amsterdam"ını ezbere söylerdim. Edith Piaf'tan Mireille Mathieu'ye, Françoise Hardy'den Dalida'ya, Nana Mouskouri'den Enrico Macias'a, Guy Beart'dan Georges Brassens'a, Gilbert Becaut'dan Leo Ferre'ye, o dönemin yıldız şarkıcılarının "Hit"leri bugün bile kulaklarımda yankılanır. Ama en sevdiğim şarkılar, onlarınkiler değildi.
"Hier encore", "La boheme", "Paris au mois d'aout", "Isabelle", "Le repos du guerrier", "Sophie", "Plus rien", "Pourtant" gibi parçaları bir başka duyguyla dinlerdim. Hüzün, aşk, ayrılık, özlem, yaşama sevinci karışımı bir duyguyla. Hepsi de Charles Aznavour'undu.
Bugün bile sırrını çözemediğim bir merakım daha vardı: Benim gibi klasik müzik ve Latin müziği düşkünü biri Fransızlar'ın iki büyük "rock" şarkıcısından biri olan Eddy Mitchell'e (Diğeri Johnny Hallyday tabii) bayılırdı. Asıl adı Claude Moine'dı; Eddie Constantine (şarkıcı ve aktör) ile Robert Mitchum (aktör) hayranlığı nedeniyle Eddy Mitchell sahne ismini seçmişti. "Rock"ın yanı sıra "Country", "Blues" "Ballade" da söylerdi. "Le vaudou", "Stop", "Cash", "La nuit des maudits", "Superstition", "Pauvre baby doll", "Le cimetiere des elephants"... Ve daha niceleri.
Durup dururken "Frankofonluk dönemime özlem yolculuğu" nereden mi çıktı? Okuduğum iki haberin etkisi. Birinde Eddy Mitchell'in bir yıldır süren "Veda turnesi"nin son konserini vereceği belirtiliyordu. Verdi. Dün gece.
Diğerinde ise Charles Aznavour'un -belki de son- konserler dizisine hazırladığı duyuruluyordu. O dizi de yarın başlayacak.
Ne yaparsınız; zaman hükmünü icra ediyor. Eddy Mitchell, 70 yaşında. Charles Aznavour ise 87'sinde.
Eddy Mitchell'in veda turnesinin son konserinin de, Charles Aznavour'un son konser dizisinin de mekânı aynı: "Olympia".
Ah... Şu sıralar Paris'te olmak vardı. Kültürel kişiliğimin oluşmasında pay sahibi iki gençlik idolümü "Capucines Bulvarı, No.28"de ayakta alkışlarımla uğurlamak için.
Kolay mı; hayatımın bir sayfası çevriliyor...