Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ERDAL ŞAFAK

Avrupa... Nereden nereye...

Bir süredir Avrupa'yı, daha doğrusu Avrupa Birliği'ni (AB) ihmal ettik. Kabahat bizde değil. AB ile ilgili haberler gazetelerde okunmama, gazetelerin internet sitelerinde tıklanmama, görsel medyada da "Zapping'lenme" rekorları kırıyor.
Bu tablo da medyayı son derece haklı ve de kabul edilebilir gerekçelerle AB'den ve AB ile ilgili haberlerden uzak durmaya yöneltiyor.
AB'nin böylesine sevimsiz ve itici bir konuya ya da faktöre dönüşmesine ilişkin bir dizi neden listeleyebiliriz. Birkaçıyla yetinelim:
Türkiye'nin gündeminden AB'nin düşmesi: Halkımızın dörtte üçünün umurunda bile değil.
AB'nin gündeminden Türkiye'nin düşmesi: Avrupa medyasında ve aşırının da aşırısı sağcılar dışında tüm siyasal akımlarda Türkiye'nin AB üyeliği öncelikli sömürü konusu olmaktan çıktı.
AB'nin kendi derdiyle boğuşması, hatta varoluş telaşına kapılması: AB'nin 17 ülkesinden oluşan "Euro bölgesi" neredeyse çöktü çökecek. Çökmezse bile temelden çatıya yeniden inşası gerekecek. "Euro bölgesi" çökerse, AB'yi kimse ayakta tutamaz.
AB'nin içindeki ülkeler için bile çekim merkezi olmaktan çıkması: Birlik "Sınırları kaldırılmış kıtasal demokrasi" idealine dayalıydı, şimdi halksız bir örgüt, "Sınır ötesi bürokrasi" olduğu 500 milyonu aşkın Avrupalı'nın yüreğini delen, içini sızlatan bir gerçekçilikle anlaşılıyor.
Küresel aktör iddiasıyla sahneye çıkan AB'nin küresel figürana dönüşmesi: Arap isyanlarının tetiklediği satranç partisi Avrupa diplomasisinin cüceliğini bir kez daha gösterdi.
Sormakta haklısınız; böylesine aciz, zavallı bir Avrupa'yı dert etmeye değer mi?
Değmez elbette. Ama bundan 61 yıl önce AB'nin temeli atılırken vizyon da farklıydı, vizyon sahipleri de...
Şu sıralar "9 Mayıs Avrupa günü" nedeniyle neredeyse 7 gün 7 gecelik "Avrupa haftası" kutlanıyor.
Halkın pek umurunda olmasa da en azından protokol düzeyinde bizde bile.
Peki, neydi, 9 Mayıs? Anlatalım.
9 Mayıs 1950'de, dönemin Fransa Dışişleri Bakanı Robert Schuman, Paris'te Quai d'Orsay'in (Başbakanlık binası) Saatli Salon'unda, hazırlığı, kâğıda dökülmesi haftalar, hatta aylar alan, bir dizi diplomatik darboğazı aştıktan sonra metine dönüşen bir bildiri okudu. Daha doğru ifadeyle, Avrupa halklarına bir çağrı yaptı.
"Avrupa'yı inşa edemedik, savaştık"
diye başlıyordu çağrı, "Beyler artık boş laflar değil, eylem zamanı" diye devam ediyordu ve liderleri Avrupa'nın "Federal bir devlet" çatısı altında birleşmesinin ilk adımını atmaya çağırıyordu.
O adım şuydu: Fransa ve Almanya'nın kömür ve çelik üretimlerinin, ithalatlarının ve de tüketimlerinin devletler üstü bir kurumun denetimine verilmesi.
Çünkü o dönemde savaşın iki ana maddesi kömür ve çelikti. Kömür enerjiydi, çelik ise silah.
Ve de Fransa ile Almanya, 1871'den bu yana o iki hammadde sayesinde birçok kez savaşmış, hele hesaplaşmalarının ikisini küresel kapışmaya dönüştürmüşlerdi: Birinci ve İkinci Dünya Savaşları.
Uzatmayalım. Bu bildirinin ya da çağrının ardında Fransa ve Almanya, kömür ve çelik üretim-ithalat-tüketim politikalarını devletler üstü bir kurumun denetimine devretmeye razı oldular. Onlarla birlikte 4 Avrupa ülkesi daha: İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg.
AB, ondan önce AT (Avrupa Topluluğu), ondan önce AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu), ondan da önce "CECA (Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu) işte bu bildiriyle doğdu.
Amaç bir daha asla Avrupa'da savaşın olmamasıydı. Bir daha asla Avrupalılar'ın birbirleriyle savaşmamasıydı.
Savaşmaması için de ulusal kimliklerin ötesinde ya da üstünde "Avrupalılık" kimliğinin yaratılması ya da canlandırılmasıydı hedeflenen. (Ayrım önemli: Avrupalı kimliğinin yaratılması Roma İmparatorluğu'ndan, Charlemagne'dan bu yana kim bilir kaç kez denenmiş ama hepsi de tarihin çöp kutusuna atılmış girişimlerin modern bir versiyonu anlamına geliyordu; Avrupalı kimliğinin canlandırılması ise Keşiş Pierre'in 1095'te yaktığı, 200 yıl boyunca Ortadoğu'yu kasıp kavuran, bugün bile İslam-Hıristiyan karşıtlığını körükleyen ve de cihat örgütlerinin anne sütü olan "Kendini ötekine göre tanımlama" tuzağıydı.)
İlkini başardılar. Avrupa bir daha savaşmadı. Soğuk Savaş'ta bile. Soğuk Savaş'ın sıcak savaşa dönüşmesine ramak kaldığı krizlerde bile. Tabii eski Yugoslavya'nın dağılma sürecindeki iç savaşları saymazsak.
İkincisinde "Avrupalı" kimliğinin yaratılması yerine canlandırılması tuzağına da pek düşmediler. Ta ki, göçler, kaçak göçmenler ve ekonomik krizler nedeniyle yabancı düşmanlığı hortlayıncaya kadar. (Not: Ve de elbette Türkiye'nin AB üyeliği olasılığı teoriden çıkıp ete kemiğe bürününceye kadar.)
Peki, "Avrupa'nın babası" diye tarihe geçen Schuman'ın vasiyetten farksız çağrısı ya da projesi, onun düşlediği gibi yürüyor mu? Hayır.
Türkiye, Avrupa'nın baş aktörlerinden biri olarak yeniden "Casting" listesinde yer almadıkça da mümkün değil.
Neden? Yanıtını yarından sonra verelim.
NOT:
Yarın bir gezi nedeniyle İstanbul dışındayım. Onu fırsat bilip bir günlük mola veriyorum. İzninizle.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA