Kurumsal iletişimin en önemli unsurlarından birini periyodik yayınlar oluşturuyor. Bu yayınların pek çoğu yasak savmanın ötesine geçmiyor ama son zamanlarda sadece özel sektörde değil, kamuda da titizlikle, ciddiyetle hazırlanmış, içeriği zengin dergiler de görüyoruz.
Eyüp Belediyesi'nin üç ayda bir yayınladığı "Eyübüm" dergisini bu özenli yayınların arasında sayabiliriz.
Derginin son sayısını karıştırırken "Bir kadının iktidar hırsı" başlıklı yazı gözüme çarptı. Hürrem Sultan'ı anlatıyordu. Ve de entrikalarını. 6 sayfaya yayılmış yazıda özellikle Sadrazam Pargalı Damat İbrahim Paşa'nın trajedisi ilgimi çekti.
Günümüzde Yunanistan sınırları içinde kalan Parga kasabasında doğan İbrahim Paşa küçük yaşlarda devşirilip Manisa'da Şehzade Süleyman'ın sarayına getirilir. İkisi de 15 yaşlarında olan Süleyman ve İbrahim çok iyi anlaşırlar. Süleyman 1520'de tahta çıkmak üzere İstanbul'a gelirken İbrahim'i de yanına alır. Kız kardeşi Hatice Sultan'la evlendirir ve 1523'te sadaret mührünü teslim eder.
Kısa sürede iktidar sarhoşluğuna kapılır İbrahim Paşa. Kendini Padişah Süleyman'la denk görmeye başlar. O kadar ki adı "Sultan İbrahim"e çıkar. Ve Fransa Elçisi Ferdinand'a yazdığı mektup sonunu getirir. Mektup şöyle:
"Bu büyük devleti idare eden benim. Her ne yaparsam, yapılmış olarak kalır; zira bütün kudret benim elimdedir. Memuriyetleri ben veririm, eyaletleri ben tevzi ederim (Not: "dağıtırım" demek). Verdiğim verilmiş, reddettiğim reddedilmiştir. Büyük padişah bir şey ihsan etmek istediği veya ettiği zaman bile, ben onun kararını tasdik etmeyecek olursam, gayr-ı vaki gibi kılınır. Çünkü her şey, harb, sulh, servet ve kuvvet benim elimdedir."
Pargalı Damat İbrahim Paşa 15 Mart 1536'da Cellat Kara Ali'ye teslim edilir...
İbrahim Paşa'nın bu mektubunun sadece tarihi değil, siyasal önemi de var. Çünkü Avrupa'da mutlak monarşinin hüküm sürdüğü o dönemde, Osmanlı'nın fiilen "Meşruti monarşi" ile yönetildiğini ortaya koyuyor.
Hem de Kanuni Sultan Süleyman gibi Osmanlı tarihinin en güçlü, en kudretli padişahının saltanatı sırasında. Hem de Fransa Kralı I. François'ya gönderdiği namede, kendini "Ben ki, Akdeniz'in ve Karadeniz'in ve Rumeli'nin ve Anadolu'nun ve Karaman'ın ve Rum'un ve Dulkadir Vilayeti'nin ve Diyarbakır'ın ve Kürdistan'ın ve Acem'in ve Şam'ın ve Halep'in ve Mısır'ın ve Mekke'nin ve Medine'nin ve Kudüs'ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen'in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dahi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Hân oğlu, Sultan Selim Han oğlu, Sultan Süleyman Han'ım. Sen ki, Françe vilayetinin kralı Françesko'sun" diye anlatan Kanuni'nin döneminde. (Not: Fransa'ya o mektup gönderildiğinde Sadrazam İbrahim Paşa gücünün zirvesindeydi.)
Olivier Cromwell'in İngiltere'yi meşruti krallığa götürecek isyanından 120 yıl, Fransız İhtilali'nden 250 yıl önce!
Dahası o mektup asıl gücün yavaş yavaş padişahlardan sadrazamlara geçmekte olduğunu haber veriyor.
Nitekim Pargalı Damat İbrahim Paşa'nın (Not: "Makbul İbrahim Paşa" ve "Maktul İbrahim Paşa" diye de anılır) açtığı kapıdan daha sonra Sokullu Mehmet Paşa, Köprülü Mehmet Paşa, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Köprülü Fazıl Mustafa Paşa geçti. 1800'lerin ortasında Mustafa Reşit Paşa ile de bu zincire iri mi iri bir halka eklendi.
Bu "Zayıf padişahlar güçlü sadrazamlar" sürecinin tek parantezi II. Abdülhamit dönemi oldu. 1876'da açılan o parantez 1908'de kapandıktan sonra da Osmanlı 6 asrı aşan ömrünün son 14 yılını meşrutiyet rejimiyle sürdürdü.
İbrahim Paşa'nın mektubunda uzun uzun ve çarpıcı ifadelerle anlattığı gücü ya da iktidarı devlet başkanı ile yürütmenin başının ayrılmasının ilk örneği sayılabilir mi? Ya da 1215'te imzalanmış "Magna Carta"nın Osmanlı versiyonu olarak yorumlanabilir mi? Yanıtı tarihçiler ve siyaset bilimciler versin.
Görüyorsunuz; bir dergideki bir yazı bizi nerelere götürdü...