ABD özel timlerinin Abbotabad'da 3 katlı 13 odalı villaya yaptıkları baskında sadece Usame Bin Ladin ölmedi. Aynı zamanda "Medeniyetler Savaşı" tezinin babası Samuel Huntington da ikinci kez son nefesini verdi.
Çünkü Bin Ladin, Huntington'ın tezinin simgesi, somut kahramanı olarak gösteriliyor, hatta kabul ediliyordu. Eh, Bin Ladin de bu tezle özdeşleştirilmesini doğrulamak, güçlendirmek için elinden geleni ardına koymuyordu.
Son üç gündür dünyanın önde gelen jeostratejisyenleri, siyaset bilimcileri, sosyologları, hatta ilahiyatçılarının neredeyse tamamı bir noktada buluştu: El Kaide liderinin ölümüyle "Dinler savaşı" tehlikesinin son dayanakları da çöktü. "Son dayanakları" diyoruz; çünkü söz konusu tehlikenin aslında "Sanal" olduğu Arap isyanlarıyla anlaşılmıştı zaten.
Libya'dan Suriye'ye, Tunus'tan Yemen'e kadar Arap coğrafyasında on yıllar boyunca saltanat süren diktatörler güçlerini bir korkudan alıyorlardı: "Demokrasiye geçersek fanatik dinciler iktidara gelir."
Başta ABD olmak üzere tüm Batı da bu korku veya şantaj nedeniyle on yıllar boyunca Arap diktatörleri olanca güçleriyle desteklediler.
Ama ne zaman ki Tunus'ta Zeynel Abidin Bin Ali'yi deviren kitlelerin taleplerinin "Demokrasi, özgürlük, laiklik, insan hakları" olduğu ortaya çıktı; ne o korkudan eser kaldı, ne de o korkunun destekçilerinden.
Sonra Mısır...
Sonra Bahreyn...
Sonra Yemen...
Şimdi Libya...
Şimdi Suriye...
Tümünde aynı talepler... Hepsinde aynı sloganlar: Özgürlük, demokrasi, eşitlik...
Ve her başkaldırıyla, El Kaide'nin ve ideolojisinin kalbine bir bıçak saplandı.
Her başkaldırı Usame Bin Ladin'in ideolojik ölümünü ilan etti.
İdeolojik ölümü, fiziken yaşamasının nedenlerini de yok etti.
Kim bilir; ABD özel timlerinin Abbotabad'da 3 katlı 13 odalı villaya yaptıkları baskında zerrece direniş göstermemesi, belki de bu dünyadan göçmesi zamanının geldiğini kabullenmesindendi.
Şimdi öbür âlemde Huntington'la birlikte "Nerede hata yaptık" sorusuna yanıt arıyorlar mıdır acaba?