Bu satırları soluk bir güneşle güne uyanan Moskova'daki son saatlerimizde yazıyorum.
Başbakan Erdoğan'ın temaslarını tamamlamasının ardından Tataristan Cumhuriyeti'nin başkenti Kazan'a geçeceğiz.
Erdoğan ve Türk heyetinin Moskova'daki ikinci ve son gün temasları yoğun: Türkiye-Rusya Federasyonu 2'nci Üst Düzey İşbirliği Konseyi Toplantısı, TBMM Hükümeti ile Sovyetler Birliği arasında 1921'de imzalanan Moskova Antlaşması'nın 90'ıncı yıldönümü töreni, Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev'le öğle yemeği, Rusya Başbakanı Vladimir Putin'le görüşme...
Tüm bu temaslarda elbette Türkiye ve Rusya ile başta enerji olmak üzere ekonomik ilişkilerin daha da geliştirilip güçlendirilmesi öncelikli konu ama Magrip'ten Maşrık'a kadar tüm Arap coğrafyasını allak- bullak eden halk hareketleri de gündemin can alıcı maddesini oluşturuyor.
Özellikle de Libya ve Bahreyn'deki gelişmeler...
Kremlin ikilisi Erdoğan'la bir araya gelmeden önce Batılı güçlere (ABD, İngiltere, Fransa) bir gol attılar: Paris'te yapılan G-8 dışişleri bakanları toplantısında, Rusya'nın engellemesi nedeniyle Libya'da Kaddafi'yi sıkıştıracak uçuşa yasak bölge kararı alınamadı. (Not: BM Güvenlik Konseyi'nde veto hakkına sahip Çin de böyle bir karara karşı çıkacağını açıklayınca, Libya'ya uluslararası müdahale olasılığı sıfırlandı.)
Rusya'nın -ve Çin'in- bu desteği sayesinde eli güçlenen Kaddafi, bir yandan birliklerini direnişin son kalesi Bingazi'ye yönlendirirken bir yandan da Batı ile alay etti: "Bundan böyle Libya olarak sadece Çin, Rusya ve Hindistan'da yatırım yapacağız." (Not: Kaddafi'nin öfke şimşeklerinden sadece bir Batı ülkesi kurtulabildi: Libya'ya karşı ikircikli, ihtiyatlı politika izleyen Almanya!)
Kısacası, olağanüstü bir gelişme olmazsa, Libya'da başkaldırının son kalesinin düşmesi artık zaman meselesi.
O nedenle gözler, bir isyana ya da başkaldırıya ilk kez dış müdahalenin olduğu Bahreyn'e çevrildi. Herhalde izliyorsunuz; Kral Hamad Bin İsa El Halife'nin talebiyle Bahreyn'e Suudi Arabistan 10 bin asker, Birleşik Arap Emirlikleri de 500 polis gönderdi. Bu müdahale meşruiyetini 1984'te kurulan ve 6 ülkenin üye olduğu Körfez İşbirliği Konseyi'nin (KİK) statüsünden alıyor. Çünkü KİK, tıpkı NATO gibi, bir ülkenin güvenliğinin tehlikeye düşmesini, tüm üyeler için ortak tehlike kabul ediyor.
İşte Bahreyn'de Şii çoğunluğun başkaldırısı, ülkeyi yöneten Sünni azınlığı devirecek boyutlara ulaşınca, bölgedeki diğer Sünni rejimler kolları sıvadılar. Özellikle petrol bölgelerinde ciddi bir Şii azınlık barındıran Suudi Arabistan.
Ve bölgenin Şii gücü İran kıyameti kopardı: Tahran'daki Suudi Arabistan büyükelçisi, ABD'nin çıkarlarını temsil eden İsviçre büyükelçisi ve Bahreyn maslahatgüzarı, Dışişleri Bakanlığı'na çağırılıp sözlü nota verildi...
İşin ilginç yönü, Arap isyanlarının hepsinde söyleyecek bir sözü bulunan ABD'nin, yani Başkan Obama'nın Bahreyn'deki gelişmeleri görmezlikten gelmesi. Eeee, kolay değil; sadece Körfez'deki değil, Ortadoğu'daki en büyük üsleri Bahreyn'de bulunuyor.
Bir önemli ayrıntı: İslam âleminde Arap isyanlarıyla ilgili net tavır ortaya koyan belki de tek ülke Türkiye. Ama bu çıkışlar hep ilkelere dayalı: Halkın demokratik taleplerine kulak verilmesi, kan dökülmemesi...
İşte bu çerçevede Başbakan Erdoğan'ın önceki gün AK Parti Grubu'ndaki konuşmasındaki, "Yeni Kerbelalar istemiyoruz" uyarısı Bahreyn'de beklenmedik bir yankı yaptı. Sünni El Halife rejimine ayaklanan Şiiler, Erdoğan'ın bu sözlerini Türkiye'nin kendilerine destek vermesi olarak gördüler. Ankara bir ara şaşkınlık geçirdi. Hemen ardından gerekli düzeltme yapıldı: Sünni-Şii ayrımı yapmıyoruz, sadece halkın kanının dökülmesine karşı çıkıyoruz.
Görüyorsunuz; bir cümle nerelere kadar çekilebiliyor...