Libya'dan gelen haberlere bakılırsa, Kaddafi için de, rejimi için de geriye sayma işlemi başladı.
Kimbilir, belki de hızlandı.
Önümüzdeki günlerde ya da haftalarda Kaddafi şöyle veya böyle sahneden çekildiğinde, 42 yıllık yönetiminden belleklerde neler kalacak?
Elbette, özgürlük rüzgârlarının Libya'ya ulaşmasını engellemek için neredeyse ülkesini Çin Seddi yüksekliğinde duvarlarla çevirmeye kalkışması hatırlanacak...
En temel insan hak ve özgürlüklerini, "Al şu kadar para, çeneni kapat" mantığıyla satın almaya çalışması da...
6 milyon Libyalı'nın hepsini dolar zengini yapmaya yeterli petrol gelirlerini har vurup harman savurması ve de bir bölümünü buharlaştırması da...
Bedeninde, ruhunda, bilinçaltında birçok kişilik barındırması, bunlardan hangisinin ne zaman su yüzüne çıkacağının kestirilememesi de...
Ama... Biraz vicdan sahibi olan tarihçilerin onun bir yönünü daha vurgulama cömertliğini göstermekten sakınmayacaklarını umuyoruz:
Kaddafi özellikle yönetiminin ilk 10-20 yılında Arap ulusunu -yeniden- birleştirmek için epey girişimde bulundu.
Önce Mısır ve Suriye'yle "Birleşik Arap Cumhuriyeti" ni kurdu.
Ardından Tunus'la denedi.
Daha sonra Cezayir'le.
Daha sonra Fas'la.
Daha sonra üçüyle birlikte.
Daha sonra Sudan'la.
Hiçbiri yürümedi.
O da Arap âlemine küstü, sırtını çevirdi, Afrika Birliği için proje üretmeye başladı.
Kaddafi'nin çeşitli Arap ülkeleriyle birleşme hayallerinin bir amacı vardı: Arap ulusuna eski onurunu, gururunu, birliğini yeniden kazandırmak.
Osmanlı döneminde Halife'nin manevi otoritesinin sağladığı birliği, Halife'siz olarak yeniden gerçekleştirmek.
Bir başka deyişle, o uğursuz Sykes-Picot Anlaşması'nın yüz yıl sonra bile serpmeye devam ettiği nifak tohumlarını yok etmek.
Geçmiş yıllarda birkaç kez yazdık; hatırlatalım: Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna doğru, Almanya-
Osmanlı cephesinin çökmesinin hemen hemen kesinleştiği günlerde, İngiliz Dışişleri Bakanlığı'nın üst düzey bürokratı Sir Mark Sykes ile Fransız diplomat François Georges-Picot (Not: Fransa eski Cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Estaing'in anne tarafından büyük dedesi) 16 Mart 1916'da gizli bir anlaşma imzaladılar. Anlaşma, Osmanlı İmparatorluğu'nu, özellikle de Arap topraklarını savaşın galipleri (İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya, Yunanistan) arasında paylaştırıyordu. Ama bir yandan da Araplar'a özgürlük ve tek devlet halinde bağımsızlık vaatleri pompalamaya devam ediliyordu.
Rusya'da çarlık rejimi devrilince, anlaşmanın Saint Petersburg'daki devlet arşivinde bulunan örneği, Bolşevikler tarafından Babıali'ye gönderildi ve kıyamet koptu.
Koptu kopmasına ama ne Araplar saf değiştirdiler, ne de Sykes-Picot Anlaşması geçerliliğini yitirdi.
Ve sonunda Sevr Anlaşması ile Arap toprakları Osmanlı'dan koparıldılar. Tabii Araplar'a tek devlet çatısı altında bağımsızlık vermeden. Tam tersine Arap coğrafyasını nüfuz alanları olarak büyük güçlere paylaştırarak.
Fas, Cezayir, Tunus, Fransızlar'a. Libya, İtalyanlar'a. Mısır-Sudan, İngilizler'e. El-Cezire, yani Arap Yarımadası (Suriye ve Irak'tan Yemen'e, Körfez emirliklerine kadar), İngilizler'e ve Fransızlar'a.
Petrol bölgeleri bu ülkelerin şirketlerine. Ah, unutmadan, 1917'deki Balfour Bildirisi'yle de Filistin'in irice bir bölümü Yahudiler'e...
Kaddafi işte o neredeyse yüz yıllık Arap parçalanmışlığına son vermeye çalıştı.
Tıpkı kendisinden önce Albay Cemal Abdülnasır'ın "Arap milliyetçiliği" politikalarıyla denediği gibi.
Olmadı...
Peki, Magrip'ten Maşrık'a kadar Arap coğrafyası -umarız- demokratik, özgürlükçü bir düzene geçtiğinde nasıl bir tablo ortaya çıkacak?
Bu tablo ne gibi dönüşümlere, devrimlere gebe olacak?
Kısacası, Sykes-Picot Anlaşması'nı -nihayetmezara gömecek bir demokratik birlik doğabilecek mi?
Kimbilir... Kimbilir... Kimbilir...