Mahkûm, ABD kuvvetlerinin bir helikopteriyle Bağdat Havaalanı yakınlarındaki hücresinden başkentteki bir cezaevine nakledildi. Amerikalılar "Son hizmet" olarak darağacını kurdular ve "Gerisi size kalmış" dediler.
Mahkûmun başına kukuleta geçirilmişti ve elleri arkadan bağlıydı. O nedenle de titriyordu. Elleri çözüldü.
Sadece yüksek mahkeme yargıcı ile 13 yetkiliye infaza tanıklık etme izni verilmişti. Yetkililerden biri "Ölümden korkuyor musun" diye sordu. Mahkûm "Hayır" dedi, "Kendimi çoktan böyle bir sona hazırlamıştım." Sonra son dileğini söyledi: "Bu Kur'an'ı aileme ulaştırın."
Yüksek Mahkeme Başsavcı Yardımcısı Munkit El-Farun, mahkûmun uzattığı Kur'an'ı aldı, "Merak etme, ailene teslim edilecek" güvencesi verdi. İnfaz görevlilerinden biri mahkûmun ellerini, bir diğeri de ayak bileklerini bağladı. İdam sehpasına birkaç basamakla çıkılıyordu. Mahkûm sordu: "Basamakları çıkmama kim yardım edecek?" Gruptan biri bağırdı: "Cehenneme kadar yolun var."
Başsavcı Yardımcısı Munkit El-Farun grubu, "Mahkûmla konuşmak yasak" diye uyardı. O sırada cep telefonlarıyla mahkûmun fotoğrafını çeken iki hükümet temsilcisini fark etti. İki infaz görevlisi mahkûmu sehpaya çıkardılar. Mahkûm gururla, soğukkanlılıkla, zerrece korku belirtisi göstermeden son duasını okudu. Görevlilerden biri, "Başına kukuleta geçirmemizi ister misin" diye sordu. Reddetti. Görevli sehpanın altından çekilmesiyle boynunun kırılabileceğini anlattı, "Hiç değilse acı duymaman için boynuna bir bez bağlayalım" dedi. Kabul etti. Sehpa çekildi. Ve mahkûm birkaç saniyede öldü. Cesedi bir çuvala konuldu...