Bu bayram tatilinin ilk üç gününde boş vakitlerimi iki konuya ayırdım: 1- İrlanda krizi ile "Euro Bölgesi"nde patlak veren yeni kasırga ve olası gelişmeler. 2- Abdullah Öcalan'ın avukat görüşmelerinin notları.
İrlanda krizi nasıl olsa daha da dallanıp budaklanacağı için, ilk "Bayram ödevim"den çıkardığım dersleri önümüzdeki günlerde birçok kez bu köşeye taşıyacağım.
Ama ikinci ödevim, Öcalan'ın avukat görüşmelerinin notlarındaki değişim de en azından bir yazı konusu olmaya değer.
İncelememde son görüşmenin metnini esas aldım. Sonra birkaç hafta, ardından birkaç ay ve nihayet birkaç yıl geriye giderek İmralı sakinindeki değişimi çözmeye çalıştım. İşte ilk sonuçlar:
Her şeyden önce Öcalan'ın birkaç hafta veya ay öncesine kadar her görüşmede yakındığı sağlık sorunlarından eser kalmadı.
Avukat notlarını okuyanlar bilir; Öcalan kısa bir süre öncesine kadar her görüşmede aşağı-yukarı şu şikâyetleri sıralıyordu: "Nefes alamıyorum. Gözlerimdeki problem artarak devam ediyor, beni zorluyor. Merhem ve damla verdiler, kullanıyorum ama geçmedi, etkili olmuyor. Yine nefes almakta sıkıntılar devam ediyor, bu yüzden pencereyi açtığımda da kapı-pencere arası cereyan oluyor. Bel ağrılarım devam ediyor. Ayrıca uyumama durumu, uykusuzluk devam ediyor. Havasızlık problemi var. Böyle olunca da sağlığım ciddi şekilde bozuluyor."
Bir-iki yıl öncesine gidenler hatırlayacak; Öcalan, işi yavaş yavaş zehirlendiği iddialarına kadar götürmüş, BDP'liler kıyameti koparmışlar, saç örneğinin alınıp tahlil edilmesini, Avrupa'daki laboratuvarlara gönderilmesini talep etmişler, açlık grevleri, yürüyüşler, protesto gösterileri düzenlemişlerdi.
Son görüşme notlarını satır satır okuduk; hiçbir sağlık sorunu olmayan bir Öcalan gördük. Birkaç ay öncesinin mızmızı gitmiş, kendinden emin, sağa-sola mesaj ve emir gönderen, dinamizmi sözcüklerine yansıyan sağlıklı mı sağlıklı bir adam gelmiş.
İkinci gözlemim: Öcalan birkaç ay öncesine kadar "Kandil'dekilere ben karışamam", "Dağdakiler kararı kendi başlarına verirler, ben etkileyemem", "PKK'nın ne tabanına, ne tavanına buradan talimat veremem, versem de yaptıramam", "Ateşkese de onlar karar verirler, eylemlere de" gibi güya güçsüz, örgütünden kopuk bir mahkûm imajı yansıtıyordu. Daha doğrusu yansıtmaya çaba harcıyordu.
Son görüşmenin notlarında tam tersi bir tablo var: Emir yağdıran, "Ben ne dersem o olur" diyen bir Öcalan.
Buyurun birkaç örnek: "Silahlı güçlerin pozisyonu ve geleceği hakkında Kandil bile tek başına karar veremez... Herkes bana yaslanmış, her şeyi benden bekliyor... Silahlı güçlerin sınır dışına çekilmesi konusunda bir anlaşmamız yok... Söyleyin onlara, demokratik özerklik anayasası konusunda çalışmaya başlasınlar..."
Üçüncü ayrıntı: Öcalan daha önce Türkiye'de ve dünyada olup biteni izleyememekten yakınıyordu: "Tarihi geçmiş, birkaç gazete veriyorlar, onların da birçok sayfasını yırtıyorlar. Tek kanallı bir radyo veriyorlar, o da sık sık ya arızalanıyor, ya cızırtıdan dinlenmiyor."
Son görüşmenin notlarına baktım; maşallah her şeyden haberdar: "Diyarbakır'daki KCK davasını takip ediyorum... Eylemsizlik kararının Avrupa'daki yansımalarından memnunum... Avrupa Parlamentosu'nda yapılacak 7'nci Kürt Konferansı'na mesaj göndermek istiyorum..."
Ve son bir gözlem: Öcalan aylar boyunca KCK'yı "Öcü" ilan etti: "Çekilirsem yerimi KCK alır, özerklik ilan eder veya çeteler türer, bir de savaş patlak verir."
Yeni söylemi: "KCK örgütlenmesini hızla tamamlamalı. Kürdistan illeri başta olmak üzere tüm il merkezlerinde kent konseyleri, ilçe ve köylerde ise bölge konseyleri kurmalı."
İster doktorlardan kaynaklansın, ister adadaki koşullardan, ister konjonktürden; İmralı sakinindeki değişim gerçekten ilginç.