Fransa-Türkiye Komitesi'nin bir etkinliğinde konuşma yapmak üzere Paris'teyim. Etkinliğin konusu Türkiye'nin iç ve dış politikalarındaki yeni boyutlar, Türkiye-AB ilişkileri, vs...
Aslında Paris'e gelip gelmemekte epey tereddüt ettim. Çünkü Fransa şu sıralar karmakarışık. Hükümetin emeklilik yasasında köklü değişiklikler yapan tasarısı kıyameti kopardı. Her gün grev var. Her gün her kentte protesto gösterileri yapılıyor...
Tasarı hem çalışma yaşını uzatıyor, hem de tüm yükümlülükler yerine gelse de emeklilik maaşı alabilmek için zorunlu yaş sınırını ileriye atıyor. Örneğin 58 veya 60 yaşında emekliliği hak etseniz bile emekli maaşının bağlanması için 62 yaşına kadar beklemek zorunda kalacaksınız.
Sonunda tereddüdümü yendim, "Grevleri ve gösterileri yerinde görmek için bile Paris'e gitmeye değer" dedim.
Uçakta grev ve gösterilerdeki son durumu anlatan yazılar okudum Neredeyse kaos: Kapanan havaalanları, sürücülerin "Salyangoz taktiği" (Saatte 4- 5 kilometre hızla ilerleyip trafiği felç etmek) nedeniyle çalışanların işlerine yetişememeleri, hatta gidememeleri sonucu üretimi durduran fabrikalar, rafinerilerde akaryakıt dağıtımından görevli olanların işi bırakmaları yüzünden stokları sıfırlanan benzin istasyonları... Ve gösteriler, gösteriler... "Dün bir milyon kişi sokaktaydı" deniyor haberlerde, bir sonraki gün 1.5 milyon göstericiden söz ediliyor...
Yorumcuları en çok şaşırtan da lise öğrencilerinin eylemlere destek vermek için okulu asmalarıydı. 400 civarındaki lisede öğrenime ara verilmişti. İşe düşünürler, sosyologlar, psikologlar da karıştı. Kimi aslında liselilerin, yani gençlerin göstericilere karşı gösteri yapmaları gerektiğini savundu. Öyle ya; sosyal güvenlik sistemi bugünkü haliyle, yaşlıların devlete getirdikleri külfetin bedelini gelecek kuşaklara yüklüyordu.
Kimi, "Hayır efendim" dedi, "Gençler babalarıyla dedeleriyle aynı saflarda yürümekte haklılar. Her şeyden önce kuşaklar arası dayanışma bunu gerektiriyor. Ayrıca sosyal güvenlik sisteminde reformla gelecek kuşakların yükünün hafifletileceği hikâye. Zira yükün hafifleyebilmesi için öncelikle prim ödeyenlerin, yani sigortalı sayısının artması gerek. Onun için de istihdam yaratılması. Oysa reformda ne istihdamın teşvik edilmesi öngörülüyor, ne işverenlerin yeni yatırımlara özendirilmesi. Hem sonra Fransa'da işsizlikten en çok genç kuşak etkileniyor. Ülke genelinde işsizlik oranı yüzde 10 kadar ama gençlerde bu oran yüzde 25'i buluyor. Yani iş hayatına atılan her 4 gençten biri iş bulamıyor. İş bulabilenlerin istihdam edilmeleri için bekleme süreleri de en az 8 ay. Bu koşullarda elbette gençlik de başkaldıracak..."
Bir "Haydi gençler; 1968 Mayıs'ındaki destanı yeniden yazıyoruz" demedikleri kaldı dişe düşünüyordum ki, onu diyen de çıktı: "Hurra! Fransa yeni bir devrimin eşiğinde..."
Bu çığlığı atan da anlı-şanlı liberal iktisatçılardan Emmanuel Garessus'tu. Devletin batmak üzere olduğunu, enkazından yepyeni bir devletin doğacağını müjdeliyordu.
Tam Garessus'un uzun makalesini okumaya başlamıştım ki, hostes Paris'e (Charles de Gaulle Havalimanı) inmek üzere olduğumuz uyarısı yaptı. Dosyayı kapattım.
İndim. Beni karşılayacak görevliyle buluşamadım. Çünkü arabasına benzin bulamamıştı. Bir taksiye atladım. Havaalanından kent merkezine gelinceye kadar tüm benzin istasyonlarındaki uzun, çok uzun kuyrukları biraz şaşkınlıkla, biraz ürpererek izledim.
Ürperdim; zira bana 1970'lerin ikinci yarısında yaşadığımız ve derin izler bırakan korkunç yokluk-kıtlık günlerini anımsattı.
Otele yaklaştık; bir yerlerden bağırışlar sloganlar geliyordu. Giderek yaklaştı, yaklaştı... Ve trafik durdu: Binlerce gösterici ellerinde meşaleler, yumrukları sıkılmış, slogan ata ata yürüyordu. "Her gün böyle" dedi şoför. "Haklılar mı" diye sordum. Cevap: "Hem de nasıl..."
Baktım; topluluğun içinde gerçekten yüzlerce genç de yer alıyordu. Onlar da daha da kızgın görünüyorlardı.
Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy sokağın baskısına boyun eğerse siyaseten bitecek, direnirse öfke dalgası dinmek bilmeyecek.
Fransa-Türkiye Komitesi'ndeki konuşmamı ve izlenimlerimi de yarın aktarırım...