Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde (AKPM) AK Parti Antalya Milletvekili Mevlüt Çavuşoğlu'nun başkanlık dönemi önemli bir toplantıyla başladı.
Ama genel kurulda değil, Sağlık Komisyonu'ndaydı bu toplantı. Gündemi: Domuz gribi salgınının yönetiminde Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) hataları, kusurları. Daha doğrusu salgının gereksiz yere paniğe dönüşmesinde sorumluluğu. Biraz daha açalım: Komisyonda DSÖ'nün "Yaygın salgın" alarmı verirken, büyük ilaç gruplarının etkisinde kalıp kalmadığı, hatta onlarla çıkar ilişkisine girip girmediği sorularına yanıt arandı.
Sağlık Komisyonu'nun bu toplantısını AKPM'nin eski milletvekillerinden Doktor Wolfgang Wodarg (Alman, sosyal demokrat) tetikledi. Epidemiyoloji (Salgın hastalık) uzmanı olan Wodarg, üç hafta kadar önce yaptığı açıklamada, DSÖ'nün domuz gribini ilaç şirketlerinin baskısıyla "Salgın" diye tanımladığını iddia etti, "Şirketler bu sayede çoktan hazırladıkları, bileşimi ve yararı kuşkulu aşılarını pazarlama imkânı buldular" dedi.
DSÖ'yü temsilen AKPM Sağlık Komisyonu toplantısına katılan iki doktor elbette suçlamaları reddettiler, "Her şeyi ölçüp tartarak, soğukkanlılığı elden bırakmadan salgın kararı verdiklerini" söylediler. Ve yine elbette dev ilaç gruplarıyla çıkar ilişkisi bir yana, etkileşimi bile yalanladılar.
Ne var ki, tam da onların komisyonda bu açıklamaları yaptıkları gün Fransız "Le Parisien" gazetesinde vahim bir haber yayınlandı: "DSÖ'nün 6 uzmanı ile ilaç grupları arasında çıkar ilişkisi kanıtlandı!" Haberde o uzmanların, DSÖ Genel Müdürü Marget Chan'a domuz gribi için "Salgın" alarmı ilan etmesi tavsiyesinde bulunan "Stratejik komiteler"de görevli oldukları belirtildi.
Özetle, BM'nin en saygın kuruluşları arasında sayılan DSÖ, domuz gribi salgınında ağır yara aldı, kolay kolay temizleyemeyeceği töhmet bulutları çöktü üstüne.
İklim komisyonunda skandal
Anlaşılan BM için 2010 kötü bir yıl olacak. Çünkü DSÖ'nün yanı sıra bir başka kuruluşunun, "Hükümetlerarası İklim Uzmanları Grubu"nun küresel ısınmayla ilgili öngörüleri ve raporlarının doğruluğu, hatta ciddiyeti de tartışılmaya başlandı.
Kurulun raporlarında esas aldığı bir İngiliz üniversitesinin bazı verileri tahrip ettiğinin ortaya çıkmasının sarsıntıları bitmeden Himayalar'daki buzulların erimesiyle ilgili tahminlerin de yanlış olduğunun ortaya çıkması, küresel ısınma tezlerine müthiş bir darbe indirdi. "Hükümetlerarası İklim Uzmanları Grubu" raporunda Himayalar'daki buzulların 2035 yılında tümüyle erimiş olacağı belirtiliyordu, meğer doğrusu 2350 olacakmış! Üstelik o tarihin de aslı astarı yokmuş, yerinde hiçbir araştırma yapılmadan kafadan atılmış! Atan da buzul uzmanı Syed İkbal Hasnain'miş. 1999'da "NewScientist" dergisinde yayınlanan bir röportajında Himalayalar'daki buzulların 2350'da ortadan kalkacağını söylemiş ama kimse ciddiye almamış. Daha sonra "Dünya Doğayı Koruma Vakfı" (WWF - World Wild Fund for Nature) 2005'te yayınladığı bir araştırmada Hasnain'in bir öngörüsünü aynen almış. Oradan da BM'nin iklim kuruluşu uzmanları raporlarına aktarmışlar...
Bilim de inandırıcılığını yitirirse, daha kötüsü çıkar gruplarının aleti olursa, dünyanın sonu nereye varır?
Bu suçları affettirmenin ve yeni günahları önlemenin galiba tek yolu var: Bilimi hem demokratikleştirmek, hem de şeffaflaştırmak. Yoksa bundan böyle bilim kuruluşlarının raporları virgülüne kadar doğru bile olsa, ister istemez "Kimlerin çıkarına hizmet ediliyor"
kuşkusu üzerlerine yapışıp kalacak...