Hatırlayacaksınız; SABAH, Başbakan Erdoğan'ın Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ni açış konuşmasındaki "Yargı bize ciğerlerimize kadar kan ağlatıyor" eleştiri ya da sitemine ilişkin haberi bol örneklerle zenginleştirerek verdi.
O örnekler arasında birçok yatırım kararının durdurulması ya da iptali de vardı: Aliağa'da termik santral kurulması... Kışladağ'da altın madeni aranması... Ormanlık alanlarda maden sondajı... İzmir limanının, Petkim'in, İgdaş'ın, Şeker Fabrikaları'nın, 9 otoyol ve 2 Boğaz köprüsünün özelleştirilmesi... Sinop'ta termik santral kurulması... Hepsi iptal edildi! Hepsi rafa kalktı!
Madenler ve santrallerle ilgili kararlar genellikle ÇED (Çevre Etki Değerlendirmesi) raporlarının iptali yoluyla alınıyor.
Biliyoruz; yargı kararları eleştirilebilir ama saygı gösterilmeli ve uyulmalı. Çünkü, "Şeriatın (adaletin) kestiği parmak acımaz."
Biliyoruz; çevrenin korunması çağımızın en önemli sorumlulukları arasında yer alıyor, sağlıklı bir çevrede yaşamak da en temel insan haklarından sayılıyor.
Ancak ekonomik ve sosyal gerçekleri de unutmamak gerekiyor: Türkiye'nin 73 milyonu geçen nüfusunun neredeyse 45 milyonunu 15-64 yaş grubu, yani çalışma çağındakiler oluşturuyor. Son verilere göre, nüfusun yüzde 13'ü işsiz. Hele genç nüfusta işsizlik yüzde 25'e dayandı. İstihdam yaratabilmenin ise tek yolu var: Yatırım yapmak.
Aç insandan çevreci olur mu?
Ama yukarda saydıklarımıza ek olarak;
Zonguldak'ta üçüncü termik santral için Çevre ve Orman Bakanlığı'nın verdiği ÇED raporunu mahkeme iptal ederse...
Eşme'de altın yataklarının işletilmesine imkân sağlayacak ÇED raporunu mahkeme iptal ederse...
Osmaniye'de kurulacak çimento fabrikası için verilen ÇED raporunu mahkeme iptal ederse...
İkizdere'deki Cevizlik regülatörü ve hidroelektrik santraliyle ilgili ÇED raporu mahkemeden dönerse...
İğneada Körfezi'nde inşa edilecek limanın ÇED raporunu mahkeme iptal ederse...
Artvin'de altın arayacak Kanada firmasının ruhsatı Danıştay tarafından iptal edilirse...
Erdoğan'ın dediği gibi, "Bu ülkede taş üstüne taş koyamayız."
Ne yabancı sermaye çekebiliriz, ne de yerli girişimcilere cesaret verebiliriz.
ÇED raporu almak zaten başlı başına dert: Tanıtım dosyası hazırlanacak, bakanlığa veya valiliğe sunulacak, ilgili makam uygunluk yönünden inceleyecek, sonra tanıtım dosyasını değerlendirecek, "ÇED gereklidir" veya "Gerekli değildir" diye karar verecek.
"ÇED gereklidir" kararı çıkarsa yeni bir süreç başlayacak: Yeniden tanıtım dosyası hazırlanması, bakanlığın bu dosyayı incelemesi, yatırım yapılacağı bölge halkının katılımıyla dosyanın tartışılması, ÇED raporunun sunulması, bakanlıkta raporun formata uygunluğunun incelenmesi, bakanlık bünyesindeki komisyonda bir kez daha incelenip değerlendirilmesi, nihai raporun bakanlığa sunulması, bu nihai rapor için "Olumlu" veya "Olumsuz" kararı verilmesi.
Tüm bu süreçler için en az 2 yıl beklemek ve uğraşmak gerekiyor.
Sonunda ÇED raporuna uygunluk verilirse de iş bitmiş olmuyor. Bu kez sivil toplum örgütleri dosyayı mahkemeye götürüyor ve genellikle de iptal ettiriyor.
Hangisine yanarsınız? Yatırımcının düşkırıklığına mı? İşsizlerin umutsuzluğuna mı? Yoksa işi yitirme tehlikesiyle yüz yüze kalanların öfkesine mi?
Tıpkı dün Çanakkale'nin Biga ilçesinde olduğu gibi...
Bir demir-çelik şirketi Biga'da termik santral kuracaktı. Ama kuramadı. Çevre ve Orman Bakanlığı'nın verdiği ÇED raporu Ziraat Mühendisleri Odası'nın öncülüğündeki bir grup sivil toplum örgütünün başvurusu üzerine Çanakkale Bölge İdare Mahkemesi'nce iptal edildi.
Ve kıyamet koptu: Demir-çelik firmasının öfkeli işçileri Ziraat Mühendisleri Odası temsilcisinin evinin önünde protesto gösterisi yaptı.
Çevre elbette önemli, çok önemli...
Ama aç karınla çevre korunabilir mi; iyi düşünmek gerekir.
Galiba çözüm, çevre ile insan arasındaki dengeyi iyi kurmaktan geçiyor...