Adına ister "Milli Birlik Projesi" deyin, ister "Demokratikleşme", ister "Kardeşlik Projesi"; biz Kürt açılımını en başından itibaren destekledik.
Çünkü, akan kanın durması gerekiyor.
Çünkü anaların gözyaşının dinmesi gerekiyor.
Çünkü AB ile üyelik müzakereleri yapan bir ülkenin sicilinden terörün, terörle mücadelenin silinmesi gerekiyor.
Çünkü Türkiye'nin enerjisinin, kaynaklarının ülkemizin geleceğinin inşasında kullanılması gerekiyor.
Çünkü "Cihanda sulh"a katkıda bulunmak için önce "Yurtta sulh"u sağlamak gerekiyor.
Çünkü Türkiye'nin önce bölgesel, sonra küresel güç olabilmesi için evinin içini temizlemesi gerekiyor.
Bunlar gibi daha yüzlerce gerekçe sıralayabiliriz.
Ancak bu açılımın "Olmazsa olmaz" bazı parametrelerin kabulüne dayandırılması gerektiğini de her fırsatta hatırlattık:
Devletin, ülkenin, bayrağın, milli marşın tekliği gibi.
Merkezi yönetimin tartışmaya bile açıl(a)maması gibi.
Anayasa'nın ilk üç maddesinin tartışıl(a)maması gibi.
Çözümün kültürel boyutunda Kürt kimliğinin tanınması, Kürtçe'nin isteyenlerce anadil olarak kullanılabilmesi, öğrenilebilmesi, öğretilebilmesi, Kürt kültürünün korunması ve geliştirilmesi gibi.
Çözümün siyasal boyutunun ise yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, Kürtçe siyasal faaliyetin serbest bırakılması, Siyasi Partiler Kanunu ve Seçim Kanunu değişiklikleriyle Kürt kökenli yurttaşlarımızın siyasal temsilinin güçlendirilmesi, coğrafi adlarda eskiye dönülmesi türünden adımlarla sağlanması gibi.
Dağın ve İmralı'nın mesajları
Hatta, çözümün parametreleriyle önemli ölçüde örtüştüğü için dağdan ve kamptan inen 34 kişilik grubun yanlarında getirdikleri mektuptaki 9 talebi de makul karşıladık. Neler istiyorlar? Bir daha hatırlatalım:
Türkiye demokratik ulusunun bir parçası olarak Kürt halk kimliği temelinde ve anayasal güvenceye sahip olarak özgür, eşit ve birlikte yaşamak.
Kürtçe'yi özgürce konuşmak, öğrenmek, geliştirmek ve tarihi değerlerimizi, kültürümüzü ve coğrafyamızı anadilde yaşamak.
Çocukları Kürtçe adlandırmak, eğitmek ve büyütmek.
Kürt halkı olarak tarihimizi, kültürümüzü, sanatımızı ve edebiyatımızı özgürce yaşamak, geliştirmek ve korumak.
Kendi kimliğimizle demokratik toplumsal örgütlenmemizi geliştirmek, demokratik siyaset yapmak ve kendimizi özgürce ifade etmek.
Köy, kasaba ve şehirlerimizde özel harekâtçı, korucu ve polisin baskı ve zulmünden uzak, yeterli imkânlara kavuşmuş olarak ve güvenlik içinde yaşamak.
Türkiye'nin demokratikleşmesi için sivildemokratik bir anayasa hazırlanması.
Öcalan'ın hazırladığı yol haritasının kamuoyuna açıklanması.
Ancak... Mektubu yazanların ilk sırada saydıkları, bizim ise listenin sonuna aldığımız Öcalan'ın yol haritasının iskeletini oluşturan üç aşamalı öneri dün avukatlarınca açıklandı ve işin rengi değişti.
Zira İmralı sakini baklayı ağzından çıkarıyor. Çözümden anladığı şu: Sözde devlet istemiyor, "Toplumun demokratik yönetimi" dediği bir kavram ortaya atıyor ama "Ekonomik, sosyal, siyasi, hukuki ve diplomatik" alanlarda "Kürtler'in kendi kendilerini yönetmeleri" ni şart koşuyor. "Sosyal alan, kendi eğitimini örgütlemektir" diyor, "Uluslararası alan, diplomatik alan olarak belirttiğimiz şeydir" diyor.
Açıkçası, "Okullar ayrı, yargı ayrı, yönetim ayrı, bütçe ayrı, spor ayrı, dış temsilcilikler ayrı olacak" demeye getiriyor.
Adını koyalım; buna "Bask modeli" denir. Hatta ondan da öte bir model. Çünkü, Basklılar'ın -en azından henüz- dış temsilcilikleri yok. Meğer dağdan-kamptan inenlerin mektubundaki talepler bir "Prelüd"müş.
Meğer İmralı sakini ile dağdaki-düzdeki arkadaşları "Yalancı poker"e hevesleniyorlarmış.
Onlara Başbakan Erdoğan'ın dün yayınladığımız uyarılarını bir kez daha okumalarını tavsiye ediyoruz: "Bu son şans. Sil baştan yapabiliriz."