Bu yazı biraz Batılıların "Obituary" ya da "Necrologie" dedikleri türden olacak. Yani, "Bir ölenin ardından."
Üç gün önce Fransa'nın Saint Germainen- Laye kasabasında 84 yaşındaki bir bilim adamı dünyaya veda etti. Ve onun ölümüyle Türk dünyası dev gibi bir çınarını yitirdi.
Çünkü o, Jean- Paul Roux idi. Yaşamının 60 yılını İslam ama özellikle de Türk tarihi, uygarlığı ve sanatı araştırmalarına adayan Roux. "Türk ruhu"nu keşfetmeyi yaşamının amacı yapan Roux. O keşif için "Türk ruhu"nun sindiğini söylediği Fas'tan Çin Seddi'ne kadar uzanan uçsuz bucaksız coğrafyayı arşınlayan Roux.
Yapıtlarının pek çoğunu Türkler'in büyüleyici tarihine ayırmıştı. Doğu Sibirya taygalarındaki ilk Türk kavimlerinin akınlarıyla başlayan Osmanlı ordularıyla Viyana kapılarına kadar dayanan ve neredeyse 3 bin yıla yayılan Batı'ya uzun ve önlenemez yürüyüşünü anlatmıştı. (Nâzım Hikmet'in "Kuvay-ı Milliye Destanı"nda dediği gibi: "Dörtnala gelip uzak Asya'dan / Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan / Bu memleket bizim...")
Ve Batı'ya bu dörtnala koşunun her etabının kahramanını dünyaya tanıtmıştı. Düzeltiyoruz; dünyanın o kahramanları doğru tanımasını sağlamıştı: Cengiz Han, Timurlenk, Babür Şah ve elbette Mustafa Kemal. Geride bıraktığı 31 eserinin içinde bir eşini daha bulamayacağınız bilgi hazineleri de vardı: "Kutsal Dağlar, Efsane Dağlar", "Kan: Efsaneler, Simgeler ve Gerçekler", "Türkler'de ve Moğollar'da Din", "Türkiye'nin Güneyindeki Göçebelerin Gelenekleri", "Altay Toplumlarında Kutsal Hayvanlar ve Bitkiler", "Yazılı Belgelere Göre İlk ve Orta Çağlarda Altay Toplumlarında Ölümün Yeri.."
Türkler'in Batı aşkı
Roux, Türk tarihinin ve son durağı olmayan yürüyüşünün iki vizyona dayandığını savunuyordu. İlkini Cengiz Han'ın bir sözüyle açıklıyordu: "Gökte nasıl tek tanrı varsa, yerde de tek hükümdar olmalı. Dünyaya ancak o zaman barış gelebilir." (Bir dünya imparatorluğu kurma azminin ifadesi olan bu sözü yüzyıllar sonra, Osmanlı'nın yükselişinin en parlak döneminde, Sadrazam Sokollu Mehmet Paşa da sık sık tekrarlamıştı. Özellikle de Avrupa devletlerinin temsilcilerine karşı.)
İkinci vizyonu ise şöyle anlatıyordu: "Türkler hep Avrupa'yı arzuladılar. Bir kadını arzular gibi. Bazen tutkuyla, bazen düşkırıklığıyla, bazen kinle..."
Türkiye'nin AB üyeliğini neredeyse varoluş nedeni haline getirmesini de yine bu aşka bağlıyordu.
Avrupa, yani Batı aşkının ağır bedeller ödettiğini de belirtiyordu Roux. Özellikle Osmanlılar'a. Bu aşk yüzünden tam da Portekiz'in Hint Okyanusu'nda cirit atmaya başladığı dönemde Osmanlı'nın Habsbourg Hanedanı ile uğraşmaktan Doğu'ya başını çevirecek zaman ve derman bulamadığını, onun sonucunda da Çin ve Hindistan gibi Asya güçleriyle başta ticaret olmak üzere tüm ilişkilerini en aza indirdiğini ve meydanı Ruslar'a bıraktığını savunuyordu. Yani, Rusya'nın da bir dünya imparatorluğuna dönüşmesi, Osmanlı'nın Asya'yı ihmalinin eseriydi. Doğru bir yorumdu.
Biz onun özellikle bir soruya verdiği cevaba hayran kalmıştık. "Neden Türkler'e bu kadar meraklısınız, bu kadar ilgi duyuyorsunuz" diye sorulmuştu ona. İşte yanıtı: "Çünkü Türkler'le evrensel tarihi kucaklamış oluyorsunuz."
Jean-Paul Roux bu yazıdan çok daha fazlasını hak ediyor. Dileriz, Türk Tarih Kurumu, üniversitelerimiz ve Kültür ve Turizm Bakanlığı bu katıksız ve mert Türk dostunu unutmazlar...