Her maddesi ayrı bir gerilim kaynağı olan yüklü gündemle iyice içine kapanan Türkiye'de kimin umurunda bilmiyoruz ama AB ile tam üyelik müzakerelerinde dün 11'inci başlık ya da fasıl açıldı.
Böylece müzakere edilmesi gereken toplam başlık -şimdilik- 35 olduğuna göre, geriye 24 fasıl kaldı. (Not: Tabii "Açmak" yetmiyor, bir de fasılların "Kapatılması" zorunluluğu var. Yaklaşık 4 yıllık müzakere sürecinde açılan başlıkların sadece biri kapatıldı. O da geçici olarak.)
11'inci başlığın açılmasıyla ilgili işlemlerin Çek Cumhuriyeti'nin dönem başkanlığının son gününe yetiştirilebilmesi bir dizi uyarı barındırıyor:
Her dönem başkanlığında iki başlığın müzakereye açılması geleneği bozuldu. Bugün başkanlığı devralacak İsveç'in son derece iyi niyetle ve inanarak yaptığı "Yıl sonuna kadar 2 başlığı açmayı hedefliyoruz" açıklamasına bakmayın; bundan böyle her 6 ayda bir başlık ya açılacak, ya açılmayacak. Çünkü Türkiye ile müzakerelerin 2015 sonrasına sarkabilmesi için zaten ağır işleyen sürecin daha da yavaşlatılması öngörülüyor. AB üyeleri arasında bu konuda sessiz bir uzlaşma sağlandı.
Bazı başlıklar uzunca bir süre için hiç açılmayacak. Gerekçe: Tam üyeliğe götürüyor.
Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy bu ambargolu başlıkların sayısını 5 olarak ilan etti. Ama Almanya Başbakanı Angela Merkel daha da yukarıya çekti: Almanya'da çalışan Türk gazetecilerle geçen hafta yaptığı sohbet toplantısında, dil sürçmesinden ya da yanlış bilgilendirilmeden kaynaklanmıyorsa, Türkiye ile AB arasında yürütülmekte olan müzakerelerde tam üyelikle ilgili 8 başlığı açtırmayacaklarını söyledi. Dahası, Türkiye'nin hiçbir zaman AB'ye tam üye olamayacağı, henüz yol yakınken imtiyazlı ortaklığı kabul etmesi gerektiği mesajları verdi.
Sosyal-demokrat bağı koparsa
Merkel'in aslında derdini mesajlarla anlatmasına da ihtiyacı yok. Çünkü Hıristiyan Demokrat Parti ile Bavyeralı kardeşi Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi, 27 Eylül genel seçimleri için hazırladıkları ortak programda, "Türkiye için tam üyelik yerine imtiyazlı ortaklık statüsünün doğru bir çözüm olduğunu" açık açık belirttiler.
Merkel, Türkiye'nin üyeliğini destekleyen Sosyal Demokrat Parti'yle hükümette ortak olduğu için bugüne kadar çifte dil kullanmasa bile çifte politika izledi. Daha doğrusu izlemek zorunda kaldı: Parti lideri olarak Türkiye'nin üyeliğine karşı çıktı, Başbakan olarak müzakere sürecine kerhen yol verdi.
Ancak gerek iki hafta önce yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonuçları, gerekse kamuoyu araştırmalarında gözlenen eğilimler 27 Eylül'de sandığa aynen yansırsa, Merkel bu ikilemden kurtulacak: Zira tablo Sosyal Demokrat Parti'yi ağır bir yenilginin beklediğini gösteriyor. Buna karşılık Hür Demokrat Parti'nin Merkel'le koalisyon kurabilecek bir oranı yakalayacağı tahmin ediliyor. Bu da, Türkiye konusunda imtiyazlı ortaklık seçeneğinin yeni Alman Hükümeti'nin resmi politikasına dönüşmesi anlamına gelecek.
Üstelik tekrarlanıp duran gerekçelere yenileri de eklenerek. Örneğin Avrupa'nın sınırları gibi. Ve o sınırların Türkiye'yi kapsamadığı gibi.
Bunun işaretini geçen hafta Berlin ziyaretimiz sırasında Hıristiyan Demokrat eğilimli bir Dışişleri temsilcisiyle sohbetimizde aldık. Dayanamayıp sorduk: "Avrupa Parlamentosu seçimlerine en düşük katılım Guadeloupe'ta olmuş. Sahi, Guadeloupe, Avrupa'nın neresine düşüyor?"
Temsilci yanıtlamadı. Daha doğrusu konuyu değiştirdi. Ama verdiğimiz örneğin etkisiyle görüşünün değiştiğini ya da değişeceğini hiç sanmıyoruz. Ne onun, ne de Merkel'in.
Ancak... Onlar ne düşünürlerse düşünsünler, Türkiye olarak bizim "Ya sabır" çekerek Avrupa yolunda ağır aksak da olsa ilerlemeye devam etmekten başka seçeneğimiz yok. En azından şimdilik. 11'inci fasıl hayırlı olsun.