ABD'de geçen yılın sonuna doğru, Avrupa'da ise bu ay başında gösterime giren bir film, siyaset ve medya çevrelerinde geniş ilgiyle karşılandı. Adı: "Frost-Nixon, Gerçek Saati".
David Frost, 1970'lerde İngiliz TV'lerinde eğlence programları sunuculuğuyla ün yapmıştı. Siyasetle zerrece ilgilenmiyordu, dostlarını medyadan değil "Jet-set" dünyasından seçiyordu. İyi de kazanıyordu. Bir gün aklına esti, hiç anlamadığı bir alanda, siyasette "Yılın olayı"na damgasını vurmaya karar verdi. Yılın olayı? Watergate Skandalı nedeniyle istifa etmek zorunda kalan ABD Başkanı Richard Nixon'ı konuşturmak. Ve bunu TV'de milyonlarca kişinin önünde yapmak. Başardı da; Nixon, izlenme rekorları kıran (45 milyon kişi izledi) programda hem Vietnam Savaşı, hem de Watergate Skandalı konusunda halkına yalan söylediğini itiraf etti.
"Apollo 13"ün yapımcısı Ron Howard'ın imzasını taşıyan "Frost-Nixon, Gerçek Saati" filmi işte bu programı, bu düelloyu konu alıyor. Özellikle de Frost'un ve Nixon'ın tıpkı ringe çıkacak iki boksör gibi danışmanlarının yardımıyla bu düelloya nasıl hazırlandıklarını...
Filmin siyaset ve medya çevrelerinde yankılanmasının elbette bir boyutu daha var: Carl Bernstein ile Bob Woodward'ın araştırmacı gazeteciliğin gelmişgeçmiş en parlak örneğini verdikleri Watergate Skandalı'nın anılarını tazelemesi. "Washington Post"un o iki acar muhabiri, gece-gündüz demeden, yılmadan, adeta iğneyle kuyu kazarak skandalın Beyaz Saray'la bağlantılarını ortaya koymuşlar ve sonunda Nixon'ı istifa ettirmişlerdi. Başkan istifa etmeseydi, Kongre tarafından düşürülecekti.
Gazeteci-siyasetçi ilişkisi
Carl Bernstein ile Bob Woodward zorlu ve uzun soluklu araştırmaları sırasında özellikle "Deep Throat" (Derin Gırtlak) adını verdikleri haber kaynaklarını açıklamaları için olağanüstü, göğüslemesi zor baskılarla da karşılaştılar: Beyaz Saray'dan, Adalet Bakanlığı'ndan, FBI'dan... Ama ser vermeyi göze aldılar, sır vermediler.
Hakkını teslim etmek gerek; o dönemde "Washington Post"un sahibi olan Katharine Meyer Graham da Nixon başta olmak üzere iktidarın aktörleriyle sıkı dostluğuna rağmen iki muhabirine sonuna kadar arka çıktı. Öylesine güvendi ki onlara, haber kaynaklarını bile sorma ihtiyacını duymadı. Zaten sorarsa, söylemeyeceklerini kestirecek kadar da mesleğin etik kurallarını biliyordu. (Not: Kamuoyu "Derin Gırtlak"ın kimliğini skandaldan 30 küsur yıl sonra öğrenebildi. Kendi açıklaması veya itirafıyla: Nixon döneminde FBI'ın iki numarası olan Mark Felt'ti.)
Watergate Skandalı ile Carl Bernstein ve Bob Woodward sadece araştırmacı gazetecilikte değil, gazetecisiyasetçi, gazetecihaber kaynağı ilişkilerinin yeniden tanımlanmasında da çığır açtı.
ABD ile AB ülkelerinde gazetecileri ve haber kaynaklarını korumak için yasalar değiştirildi. Örneğin, birçok ülkede yürütülmekte olan soruşturma nedeniyle gazetecinin evinde veya işyerinde aramanın ancak yargıç gözetiminde yapılabileceği, gazetecinin haber kaynağının kimliğini ele verecek belgelere el konulmasına karşı koyabileceği gibi düzenlemeler getirildi.
Gazeteciler bu sayede hem yürütme, hem de yargı erklerine karşı güçlü zırhlara kavuştular.
Yine bu sayede örneğin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, geçenlerde ABD Başkanı Barack Obama'dan İspanya Başbakanı Jose Luis Rodriguez Zapatero'ya kadar birçok lideri tefe koyduğu özel sohbetini tüm detaylarıyla açıklayan "Liberation" gazetesi muhabirine gıkını bile çıkaramadı.
Hayır, bu yazının "Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla" misali Ankara'ya dolaylı mesaj gönderme gibi bir amacı yok.
Ama AB sürecinde ilerledikçe mesleğimizin evrensel etik kurallarının Türkiye'de de daha çok kabul ve saygı göreceğine inanıyoruz.
Sağlıklı ve mutlu bir hafta dileğiyle...