Avrupa Birliği'nin (AB) en çok sözü dinlenen düşünce kuruluşu olan "Uluslararası Kriz Grubu" Türkiye raporunu açıkladı.
Biz "Uluslararası Kriz Grubu" raporlarını AB kurumlarının belgelerinden daha çok önemsiyoruz. Çünkü;
* "Âkil Adamlar Komitesi" gibi çalışıyor.
* AB raporlarında yalnızca çalışmaya konu olan ülkeyle ilgili tespitler, eleştiriler ve öneriler yer alırken, "Uluslararası Kriz Grubu" madalyonun öbür yüzünü de gösteriyor.
* Raporları çözüme odaklı, önerileri de yansız ve sağduyulu oluyor.
16 ay arayla 2 rapor
"Türkiye ve Avrupa: Belirleyici Yıla Girerken" başlıklı raporda da bu ilkelere özenle uyuldu. Hemen ekleyelim; "Uluslararası Kriz Grubu", 17 Ağustos 2007'de de " Türkiye ve Avrupa: Geleceğe Doğru" raporu yayınlamıştı.
Zaten iki raporun başlıkları bile tablonun 16 ayda ne denli bozulduğunu anlatmaya yetiyor: 2007 Ağustos'unda umut vaat eden ifade tercih edilmişti, 2008 Aralık'ında alarm zilleri çalınıyor.
"Belirleyici yıl"dan kasıt; eşiğinde olduğumuz 2009. Alarm zillerinin çalınmasının nedeni ise, yeni yılda Türkiye'nin AB sürecinin durması olasılığı veya tehlikesinin ortaya çıkması. Rapordaki cümleyle, "Türkiye, AB üyeliği perspektifinin bütünüyle ve süresiz olarak rafa kaldırılabileceği kritik bir yıla giriyor."
İki tarafa da uyarı
Ufukta bu olasılık ya da tehlikenin belirmesinde elbette Türkiye'nin sorumluluğu var: Reformların durması, Kürt sorununda ve dini özgürlüklerin genişletilmesinde ilerleme olmaması, Anayasa çalışmasının askıya alınması...
Ama "Uluslararası Kriz Grubu"nun vurguladığı gibi, bu tıkanmada AB de vebal taşıyor: Üyelik hedefinin artık neredeyse hiç telaffuz edilmemesi, birçok başlığın engellenmesi, reformların teşvik edilmemesi, PKK terörüyle mücadelede yeterince işbirliği yapmaması...
Rapor üyelik perspektifi rafa kalkarsa Türkiye'nin ciddi kayıplara uğrayacağı ama AB'nin kayıplarının da o kadar ağır olacağı uyarısıyla noktalanıyor.
"Uluslararası Kriz Grubu", Türkiye'nin umut dolu bir döneme yelken açmasından sadece bir ay sonra, 2007 Ağustos'unda yayınladığı raporda AB'ye şu tavsiyelerde bulunmuştu:
"Türkiye'nin olası üyeliğine karşı çıkanlar, Avrupa'nın çıkarlarına verdikleri zararı görmüyorlar. AB kurumları Türkiye'nin Avrupa normları ile tam bir uyum gerçekleştirdiği takdirde üye olacağı sözünü zayıflatacak adımlardan kaçınmalı. AB hükümetleri de, Türkiye-AB birlikteliğinin yararlarını halklarına anlatmak için daha çok çaba harcamalı."
Oysa geçen 16 ayda bu tavsiyelerin tam tersi tavırlar sergilendi; sadece hükümetin değil, Türk halkının da AB'den bezmesi için tüm silahlar ateşlendi: Engellemeler, gizliaçık çelmeler, Türkiye karşıtı çıkışlar, Ankara'nın diplomatik dinamizmini ve "Barış yapıcı" rolünü kıskanmalar...
AB bu kez kulak verir mi?
Bakın; 2005 Ekim'inden bu yana 35 başlığın yalnızca 8'i açıldı. Fransa dönem başkanlığını devretmeden önce 2 başlığın daha açılacağını söylüyor. Etti 10. Buna karşılık 8 başlık Kıbrıs yüzünden, 5 başlık Fransa'nın vetosu nedeniyle donduruldu. Ayrıca 3 başlık da Fransa ve Rum yönetiminin itirazları nedeniyle açılamıyor. Etti 16. Geriye masaya getirilebilecek sadece 11 başlık kaldı. Onları da tarama raporlarını göndermeyen AB Komisyonu frenliyor!
Bu koşullarda hangi hükümet, siyasi riskler taşıyan reformlara istekli olabilir?
Umudumuz yok ama dileriz "Uluslararası Kriz Grubu"nun bu çuvaldızı AB yöneticilerinin akıllarını başlarına getirir, Türkiye'nin kaybının ağır bedelini hatırlatır...